-HER KARANLIĞIN BAĞRINDA BİR FECR SAKLI- "İM JEDEN DUNKELHEİT VERSTECKT EİN SONNENAUFGANG "

AİLE BİLİNCİ VE EĞİTİMİ

“EvLiLiKte ÖzeL ALaN”



Evliliğin En Temel Bağı”
“Sevgi ve Güvendir”.


Değerli kardeşlerim;
Evlilik eşlerin birbirini dönüştürmesi değiştirmesi demek değildir.
Evlilik eşlerin birbiriyle harmanlanması,katışması,kaynaşması birbirlerinin farklı yönlerine saygı duymaları
birbirlerini beslemeleridir.

Bugün boşanmaların altında yatan en büyük sebeplerden bir tanesi ,
maalesef eşlerin birbirinin varlığına saygı duymaması,birbirini değiştirme ve dönüştürme çabasının olduğunu görüyoruz.

Özellikle eşlerin birbirlerine yaptıkları uzun nasihatler, özellikle bu nasihatler içerisinde Âyetlerin ve Hadis-i Şeriflerin karşılıklı bir koz bir tehdit  aracı olarak kullanılması evliliği yıpratan,evliliği ve duyguları yoran davranışlardır.

Bu tür davranışlar, eşleri birbirine yaklaştırmadığı gibi aksine, gittikçe daha da uzaklaştıran, gittikçe kalplerin birbirine ulaşamadığı uzak mesafeler açıyor.

Bilmeliyiz ki; Yeryüzünde her bir canlının, kendine güvende hissettiği,
nefes aldığı ,beslendiği bir alanı vardır ve olmalıdır.
Evlilik demek karı kocanın sürekli dip dibe yan yana oturması, birbirlerinin özel alanlarına müdahale etmesi, her şeyi sorgulaması,kurcalaması,
bilmek istemesi demek değildir.

Danışmanlık hizmetlerimizde
Hanım kardeşlerimizin en çok şikayet ettiği durum eşlerinin, onlara bir alan tanımamaları ,adeta nefessiz bırakmaları onlara sürekli ayet ve hadislerle tehdit ederek kendilerine ulaşılmaz bir makama koyarak hanımlarını itaate davet etmeleri, varlığını, duygularını potansiyelini yok saymaları, yemek yapan çocuklarına bakan temizlik yapan bir aracı olarak görmelerine yönelik davranışlar .

Halbuki iki taraf içinde  bilinmesi gereken şey,eşlerin birbirlerini yok sayıcı,bir araç olarak görmeye yönelik davranışların derin yaralar açtığı ve özellikle birbirlerine yaptıkları uzun nasihatlerin etkisinin her zaman etkisiz olduğudur.

Size bu bağlamda özel olsa da,hayatımda önemini ve etkisini büyük gördüğüm için bir hatıramı paylaşacağım.

Evliliğimizin ilk yıllarıydı…
Mütevazi Küçük bir evimiz vardı.
Haftanın birkaç günü erkeklere ve kadınlara ayrı olarak evimizde tefsir dersleri oluyordu.
Farklı mekânlarda yapılan tefsir derslerinde eşim gece saat birlere doğru eve geliyordu.

Eşimle tartışmıştık.Ben öfkeyle tüm düşüncelerimi söylerken,eşim sadece gözlerime bakıyor ve benimle tartışmıyordu…
Gözlerimin içine bakarak dilinden sadece sessizce  üç kelimelik bir cümle çıktı;
“Ama sen biliyorsun” …diyerek odayı terk etti. Eşim nefsime değil,öfkeme değil,kalbime ve vicdanıma seslenerek odadan çıkmıştı…İşte o an, benim için sanki tüm dünyanın içindeki nesneler anlamını yitirmişti…
ben vardım ve sadece inandığım bildiklerim…
Evet doğruydu ben biliyordum,eşimin bana artı nasihatler yapmasına ,uzun uzun vaazlar vermesine gerek yoktu…Onun işten yorgun argın gelişini,davası için nasıl çabaladığını, ne için gayret ettiğini görüyordum…bu bana yeterli gelmeli değil miydi?

Benim öfkeli ve nefis yaptığım o anda eşim tartışmak yerine, insanı sarsan, düşündüren,yüzleştiren bir davranışı ortaya koyarak odayı terk etmişti…
Ve o an kalbimi derin bir hüzün ve tefekkür sarmıştı…Evet ben biliyordum…

Değerli kardeşlerim,işte bu bağlamda eşler birbirlerinin kalbine giden yolu, birbirlerini etkilemenin yolunu çok iyi bilmelidirler. Uzun tartışmalar ve nasihatler eşleri yormaktan yıpratmaktan başka hiçbir sonuç vermiyor.


Belirttiğim gibi eşler birbirlerini iyi tanımalı,birbirlerinin özel alanlarına çalışmalarına saygı duymalıdırlar.

Hani hatırlayın zindan hatıralarında
Zeynep Gazali’nin eşiyle ilgili hatıralarını. Zeynep Gazali bir dava kadını,kendisine prangalar vurulamayan eve hapsedilemeyen öncü bir şahsiyetti.
Eşi ise mütevazi,dava yolunda hanımının kanatlarını kırmayan,onu desteklemekten geri durmayan bir Mü’min.

Bu örnekle ,evliliklerde özellikle eşlerin birbirinin özel alanlarını bilmesi, özel alanlarına riayet etmesi,saygı duyması, evliliği besleyen en güzel ve en önemli faktörlerdendir.

Hani hatırlayın Nurullah Genç’in
“Rüveyda” şiirini yazmak için eşinden izin ve helallik alarak, çocuklarını sessiz tutmasını rica ederek bir ay boyunca  evinin odasına kendisini nasıl kapattığını…

İşte bu özel ve anlamlı alan,
insanın içindeki potansiyelini,
Allah’ın onu yeryüzünde görevlendirdiği yönünü ve kabiliyetini ortaya çıkarabilmesi,ortaya koyabilmesi için en önemli alanlardandır.
Bu özel alanda ve yalnızlıkta insan kendi ruhunun derinliklerini keşfeder.

Bu özel alanlarda eşler birbirini
“Allah İçin,Yüce İslam Davası”için kalpten desteklerse ,Ümmet için ve gelecek nesiller için güzel meyvelerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Bu bağlamda eşler birbirlerinin potansiyelini iyi tanımalı, birbirini desteklemeli, beslemeli, ev içinde liyâkati esas alan bir görev dağılımı yapılmalı ve Yüce İslam Davasının maslahatını,
her zaman nefsâni isteklerinin önünde tutmalıdırlar.

Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı kılar, zekatı verir, Allah’a ve Peygamberine itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak Allah yücedir, hakimdir.

Tevbe Sûresi-71

Selâm ve Duâ İLe

Semâ Yıldırım Özkaya

Çocuk Ergen Gelişimi Ve Aile Danışmanı


“MuHaMMeDiM”

On Bir Yaşında olan ,
Günlük Okul harçlıklarını harcamayıp Annesine Berât Gecesi Hediyesi Olarak, İsmimi Yazdırıp, KehribaR Tesbihimi AlaN CanıM Oğlum’a
❤️🤲💫
Muhammed’iM…,
EmiN’iM…❤️🤲💫
Canımdan Can,                       
Göz AydıNLığıM💫                        
Kokusu CennetiM❤️💫      
VarlığıN Şükür SebebiM❤️💫
Naif Kalplim,Hassas RuhluM,
Düşüncesi,Bakışları Gibi Derin OğLuM… MuhammediM❤️
Beni Mutlu Ettiğin Gibi Rabbim De Seni Mutlu Etsin YavruM🤲❤️💫
Sen Beni Gizlice Sevindirdiğin Gibi, Ben Sana Açıktan Teşekkür Etmek  İstiyorum Güzel oğlum❤️💫🤲
Bu Güzel Berât Gecemiz ,
Sana ve Bana Hatıramız OlsuN❤️💫🤲 Acıyla,Hüzünle,Gözyaşlarınla, Yürüdüğün İLiM YoLuNda GösterdiğiN Gayretinle , Rabbim hep senden Razı Olsun, Seni Himayesini Alsın, Seni İlim ve İrfan Yolunda Yüceltsin Güzel Oğlum❤️💫   Bu Satırları Senin için ve Tüm Muhammed’lerimiz için Yazıyorum Güzel YavruM❤️💫🤲 Yüce Rabbim Sizleri, Yeryüzünü Tekrar Adaletle Dolduran Yüce İslam Dinimizin Yılmaz Neferleri KılsıN💫 Mustazaf ve Mazlum Halkların Umudu KılsıN 💫☝️☝️☝️💫
Zalimlerin Tuzaklarını Zelil Eylesin🤲      
Sizi Kutlu Yolumuzda Muzaffer eylesin
☝️☝️☝️                       
Alnınızı Secdelere❤️
Kalbinizi Yüce Kur’an’a Âşık EylesiN❤️💫🤲 Muhammed’iM❤️
EminiM❤️
KalbiM Hep Sizinle Güzel Yavrum, Gayretlerim Hep Sizinle,
DuâLaRıM Hep Sizinle❤️❤️❤️💫💫💫 ALLAHIM❤️🤲      
SEN ŞU ANLAMLI GECELERİN BEREKETİNE, İZM-İ ÂZAM’ININ HÜRMETİNE, ANNELERİN DUÂSINI KABUL OLMUŞ BİR HANNE’NİN DUÂSI KIL…          SEN ANNESİZ KALAN MUHAMMED’LERE YÂR OL🤲🤲🤲
İSLAM ÜMMETİNE LÂTİF İSMİNİN HÜRMETİNE SEZİLMEZ YOLLARINDAN YARDIMLARINI GÖNDER🤲🤲🤲
BİZE FETİH KAPILARINI AÇ YA RABBİ
🤲🤲🤲
BİZLERİ VE EVLATLARIMIZI SENİN YOLUNA RÂM EYLE, SENİN YOLUNUN HİZMETKÂRLARI EYLE ÂmiN Ya KeriM Ve Yâ EkrameL EkramiN🤲❤️

Annen ;Semâ Yıldırım Özkaya


“SıNıRLaR”

Her Zaman Alttan Almana Gerek Yok ,Bazen Çizgini Çek ki, Herkes Durması Gerektiği Yeri BiLsiN”🖐️

Sınavlara çalışırken,öncelikle aynı kaygıyı taşıyan tüm kardeşlerime başarılar dilerim📚✒️

Değerli kardeşlerim
“SıNıR” dediğimizde
Coğrafi terimde,komşu devletlerin sahip olduğu toprakları net bir şekilde birbirinden ayıran çizgi olarak tanımlarız.

Tanıma göre her iki tarafın da kendi alanı ve limitleri bellidir.Bu tanımdan yola çıkarak baktığımızda insan ilişkilerinde de sınırlar benzer özellikler gösterir.

Biz danışmanlar hizmet verdiğimiz danışanlarımıza özellikle sınırlar ve çizgiler üzerinde hep yol göstermeye gayret ederiz.


Hangi hataların, hangi kişilere göre görmezden gelinebileceğini,
hangi hataların hangi kişiler tarafından yapıldığında, şahsiyete dokunan manipülasyonlar ve sınır ihlalleri içerdiğini öğretmeye gayret ederiz…


Sınırlar bizi koruyan “Duvarlarımızdır”
bizi besleyecek olan şeyleri içeride,
bize zarar verecek olan şeyleri de dışarıda tutmasını öğretir.

Bazen kötüler içeride, iyiler dışarıda olabilir,bu durumda sınırlarımızı netleştirebilmeli,iyileri içeri alıp kötüleri dışarı çıkarabilmemiz gerekir.


Sınırların olmadığı yerde ihlaller, kaoslar vurgunlar, ihanetler ,psikolojik yıkımlarla beraber insani ilişkilerin anarşisi baş gösterir.
Dinimiz bize Müslüman kimliğimizle beraber sınırlarımızı nasıl taşımamız gerektiğinin yol işaretlerini gösterir.

Bir örnekle;

Yüce kitabımız anne babamıza ne kadar hürmet etmemiz gerektiği bağlamında derin nasihatler verirken,ama aynı zamanda inancımız ve sınırlarımız noktasında anne babamıza dahi ne zaman,nasıl sınır çekmemiz gerektiğini bize öğretir.

Yüce Rabbimiz Lokmân Sûresi-15. Âyet-i Kerime’de şöyle buyuruyor.


“Bununla berâber eğer(ana-baban), hakkında bir bilgi sâhibi olmadığın şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa,
o takdirde onlara itâat etme; ama onlara dünyada iyilikle sâhib çık!Ve bana yönelenlerin yoluna uy!Sonra dönüşünüz ancak banadır;O zaman size yapmakta olduklarınızı haber vereceğim.

Evet,bu bağlamda gerek insani ilişkilerde,hukukta,ibadette, siyasette,eğitimde,öğretilmesi gereken en temel şey kişinin sınırları bilmesidir.

Selâm ve Duâ İLe
Semâ Yıldırım Özkaya

Kutup Yıldızı Çocuk Ergen Gelişimi ve Aile Danışmanlığı

Diğer yazılarımıza blog sayfamız üzerinden ulaşabilirsiniz.

Selâm ve Duâ İLe

Semâ Yıldırım Özkaya


“Çocuğunuza KaLBinizi HissettiriN…


“EvliLik Ve RuhLarıN Uyumu”

https://www.instagram.com/reel/C0_z1X0Nl8w/?igshid=ZDE1MWVjZGVmZQ==

Danışmanlık hizmetimizde iki genç arasında yaşanan toksik bir ilişkiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

İki genç arasındaki ilişkide ayrılma kararı alan ve evlenmek istemeyen gence muhatabı,
kestiği bileğini  ve yere akan kanının görüntüsünü göndererek, şayet ayrılırsa canına kıyacağı yönünde tehdit edip manipüle ediyor ve kendisine bağlamaya çalışıyor. Tek taraflı yaşanan duygu ve ilişkilerde maalesef bu tür hadiseleri görüyoruz.


Değerli gençler ve değerli kardeşlerim . Özellikle üzerinden durmak istediğim konu şu ki,
evlilik kararı asla acıyarak,manipüle olarak,onun bunun hatırına bir araya gelinecek bir beraberlik değildir…,olmaz… Olmamalıdır da.


Evlilik kararı ,iki tarafın birbirini sevmesi,
değer vermesi , muhabbet ve ülfet duymasıyla oluşturulmalıdır.

İçinde bulunmuş olduğunuz ilişkide muhatabınıza acıyorsanız ,ona yardımcı olur,destek almasını sağlar ve yol gösterirsiniz ,fakat acıyor veya kendine zarar verir korkusuyla evlenemezsiniz. Bu yanlış kararınız, evliliğiniz boyunca eşinize karşı sizi kurban rolüne koyacağını bilmelisiniz.

Böyle evliliklerde şahit olduğumuz akıbet başta kendine zarar verecek kişinin evlilik boyunca hakimiyetiyle ve kurban rolüne giren,kurtarmaya çalışan kişinin tükenişiyle maalesef sonuçlanıyor.

Hani bilirsiniz ,uçak yolculuklarında bile anne bir tehlike anında gaz maskesini önce bebeğine değil kendisini takar… işte hayatta böyledir.

Önce kendinizi tanımalısınız. Ne istediğinizi,neyi sevdiğinizi, neden sevdiğinizi ve nasıl bir eşle mutlu olabileceğinizi bilmelisiniz

Sevgi evliliklerde en temel bağdır.Kişi evlenmek istediği kişiye ülfet duymalı,sevmeli ve Kalbi bir muhabbet kurmalıdır.

Yoksa evliliğiniz boyunca siz, sürekli eşinizi tamir edip onun bedel ödemesi çaba sarf etmesi gereken yönlerini onarmaya çalışırken,
kendi değerinizi ve denginizi bulamamış olarak mutsuz ve tükenmiş bir şekilde hayatınızı yaşarsınız.

Evliliğinizde ve beraberliğinize önemli olan ,illa ki aynı fikri ,aynı zevki, aynı alışkanlıkları paylaşmanız değildir öyle ki, birbirinize çokça farklı gelen yönleriniz de elbette olabilir

Fakat evliliğiniz boyunca birbirinizi sevmenin,birbirinize değer vermenin verdiği o derin bağ ile ,hayatın içerisinde birçok meseleye , birbirinize saygı duyarak farklı açıdan bakabilirsiniz.


Şahit olduğumuz hikâyelerde,mutlu bereberliklerdeki en temel husus,eşler birbirlerine çok farklı uzak mekanlarda olsalar dahi, metafizik alanda ruhların birbirine sevgi ile kuvvetli bir bağ ile bağlanmasıdır.

Onun için sevgi,mutlu ve besleyici bir evliliği ayakta tutan en temel unsurdur.

Selâm ve Duâ İLe

Semâ Yıldırım Özkaya

Kutup Yıldızı
Çocuk Ergen Gelişimi ve
Aile Danışmanlığı


ALLAH’TAN KORKUN❗❗❗

Gün geçmiyor ki eğitim hayatı içerisinde,çocuklara uygulanan ruhsal ve bedensel şiddet noktasında bir gelişmeye şahit olmayalım.

İnsanı en çok yaralayan bu dinin ve davanın bilincinde olduğuna inandığımız kişilerin bu davaya vurdukları darbelerdir.

Ümmetin evlatları,batılın delhizlerinde kaybolurken,ruhuna,hayatına dokunacak bir eli beklerken, hizmet etmiş gibi yapıp zaman dolduran, hizmet yolunu,maişet kapısı olarak gören kişilerin şerrinden Rabbim bu ümmeti ve bu ümmetin evlatlarını muhafaza eylesin.


Ruha Dokunuş…


Eğitim YoLunDa…

SelamunAleyküm değerli kardeşlerim.

İlim yolu, çetrefilli ,nefes nefes emek isteyen kutsal bir yoldur.

Emek ve gayretle çıkılan bu yolda ,yıllarınızın ve emeğinizin hebâ olmasını istemiyorsanız ,kendinizin ve çocuğunuzun eğitim ve ilim hayatınızda, kiminle yol almanız gerektiğini dikkatle seçmelisiniz‼️

Şahsen bizim eğitim hayatımızda ve öğretmen seçimlerimizde özellikle en fazla dikkat etmeye çalıştığımız husus şu ki; Kendisinden ilim almak istediğimiz, yol yürümek istediğimiz eğitimcimiz, iletişime,yenilenmeye açık bir kişi mi? Eksikleri ,hataları, telafi edilmesi gereken yönlerin ne olduğunu kendisiyle konuşabilme potansiyeline ve olgunluğuna sahip bir eğitimci mi ?

Eğitim yolunda ilerlerken biliriz ki,eğitim hayatı dörtlü bir saç ayağı gibidir,Öretmen, veli ,okul ve öğrenci. Bu bağlamda en önemli meselelerden biri ilim hayatında ilerlerken sürekli öğretmen ile istişare halinde kalabilmek alma verme dengesini güzel kurabilmeltir.

Bu bağlamda öğretmen seçiminizde kendinize şu soruyu sorabilirsiniz

“Çocuğumun öğretmeniyle iletişim kurabiliyor muyum?

Benim fark ettiğim ve önemli gördüğüm bazı eksiklikleri veya sorunları o da fark edebiliyor mu, veya o da bunu bir eksiklik olarak görüyor mu ?

-“Eğitim hayatımda karşılaştığım bu sorunu nasıl aşabiliriz bana destek veriyor mu,tecrübelerini benimle paylaşıyor mu,nasıl yol almam gerektiği noktasında beni besliyor mu?” gibi tıkandığınızı hissettiğiniz soru ve sorunları kendinize sorarak tercihinizi netleştirebilirsiniz.

Diğer bir bağlamda şunu söylemek isterim ki,öğretmen profilinde Karşılaşılan sıkıntılardan bir tanesi de, eğitimcinin potansiyelinin yüksek olmasıyla beraber ,bir takım şahsi karakteristik kalıpları aşamayan ben merkezci, hatanın ve eksikliklerin konuşulmasından rahatsız olan kişilik özelliği taşıyan eğitimciler.Onlara göre sadece tek bir yol,tek bir yöntem vardır o da bildikleri yoldur.

Bu karakteristik özelliği taşıyan eğitimciler esnek değillerdir, ben merkezci karakterin ortaya çıkardığı iletişim eksikliklerinden dolayı ortaya çıkan sorunlar sebebiyle bu eğitimciyle yol alamazsınız,iletişim kuramazsınız,tıkanırsınız ve ilerleyemezsiniz.

Siz sorunları konuşup bir yol bulmak isterken,o bunu şahsına yöneltilmiş bir eksiklik bir eleştiri olarak algılar ve olayı şahsileştirir. Burada yapmamız gereken en güzel tercih, ilerleyemeyeceğiniz bu yolda,yolunuzu ve tercihinizi değiştirmenizdir.

Değerli kardeşlerim bazen de potansiyeli yüksek olmayan fakat kendini geliştirmeye açık , eksiklerin farkında olan ve beraber bu eksikleri tamamlama yolunda gayret eden,mütevazi,olgun,duyarlı eğitimcilerle de karşılaşırsınız ki bu da güzeldir,birbirinize bir şeyler katarak, birbirinizi besleyerek güzele doğru ilerleyenilirsiniz…

Ama tabi ki ilk seçimimiz, potasiyeli ve idealleri yüksek, bizim bilmediğimiz ve farkında olmadığımız yol ve yöntemlerle bizi veya çocuğumuzu hedefimize bağlayabilme potansiyeline sahip olan eğitimcilerle yol almaktır.

Selâm ve Duâ İLe

Semâ Yıldırım Özkaya

WhatsApp ÜzerindeN

“FecrAnasayfa”. Kutup Yıldızı Çocuk Ergen Gelişimi Ve AiLe Danışmanlığı” kanalını takip edebilirsiniz

https://whatsapp.com/channel/0029Va5GxAK1t90WpSBINv3R


“Terapi DefteRi”

SelamunAleykum Değerli kardeşlerim Bugün Sizlerle,bireysel terapilerimizde ve aile danışmanlıklarımızda özellikle tavsiye ettiğim Klinik Psikolog Beyhan Budak’ın “Terapi Defteri”ni paylaşmak istiyorum.
Bu defterde acılarınızı, kayıplarınızı eksikliklerinizi , güzel olan yönlerinizi,geliştirmeniz ve daha güzele doğru hayatınıza yön verebilecek tavsiyeleri bulacaksınız.
Deftere bir yandan, üzerini örttüğünüz duygularınızı yazarken diğer yandan Spotify uygulaması üzerinden,her sayfada konunun içeriğine göre yer alan karekodu okutarak Beyhan Budak’ın hayatınıza farkındalık katacak sesli veya görüntülü tavsiyelerini dinleyebilirsiniz.

Selâm ve Duâ İLe

Semâ Yıldırım Özkaya


“GeNçLeRe TavsiyeLeR”

Spordan ve spor arası işimizin başından herkese Selamlar.🖐🏻
Gençlerle yaptığımız sohbetlerimizde en temel eksikliğin kendi potansiyellerinin farkında olamamaları ve var olan potansiyellerini yönetememelerinin hayatlarında ki en temel eksiklik olduğunu görüyoruz,bu bağlamda
Sevgili GençLeRe Kısa Tavsiyelerim Olacak”
ÖNCELİKLE;
*KENDİNİZİ SEVİN VE DEĞER VERİN !💞💫
1-Maneviyatınızı Sıkı tutun.🤲🏻
2-Ailenizle ilişkinizi düzeltin👩‍👩‍👦‍👦
3-Kendinize Uzun vadeli hedefler belirleyin,ne istediğinizi ve neyi yapabileceğinizi belirleyin.💫📚
4-Kendinize Günlük hedefler koyun.✅
5-Mutlaka OkuyuN,OkuyuN Ve OkuyuN📚✅✅✅
6-Spor mutlaka hayatınızın bir parçası olsun.🏊🏻‍♂️🥊🥋🏹🤼‍♂️🚴🏻‍♂️
7-Kapitalist ve Seküler toplumun zaaflarının farkında olun.‼️
8-Kendi zaaflarınızın farkında olun ve kendinizi geliştirecek sebeplere sarılın,
yapamıyorsanız uzman desteği alın.✅
8-DAVANIZIN FARKINDA OLUN.💫
9-SEVGİ KUTSALDIR,EMEK İSTER,BEDEL İSTER VEFÂ İSTER ! 💓
KİMİ SEVDİĞİNİZE,❤‍🔥
KİME GÖNÜL BAĞLADIĞINIZA❤‍🔥
DİKKAT EDİN !!!💞

Selâm ve Duâ İLe
Semâ Yıldırım Özkaya

Kutup Yıldızı Çocuk Ergen GeLişiMi ve AiLe Danışmanlığı

kutupyildizidanismanlik23@gmail.com


BiziM TabiriMizLe “İNatLaşaN ÇocuK”

Güzel bir perşembe sabahından herkese SelamünAleyküm ve Rahmetullahi ve Berakatuhu🌹

Resimde Gördüğünüz Bu “SaRı PaşaM💞😊” Henüz 5 Yaşında İken, İkiz Kardeşiyle Eğlenmesi, Mutlu Olması İçin Götürdüğümüz Rize Ridos’un,Tüm Güzelliklerine Ve Bizlere Posta Koyarak,Kadraja Girmemek İÇin, Kayaların Dibinde Kendi Dünyasını Kurma Çabasının Yansımasını Görüyorsunuz 🤗🤗🤗❤️‍🔥💞

Değerli kardeşlerim,uzun yıllardır “Anne Çocuk Kulübümüzde” çocuk eğitimi ,özellikle ikiz çocukların gelişimi noktasında bir çok paylaşımlarda bulunduk.

Üzerinde ısrarla durmaya çalıştığımız en temel konu; “Çocuğumuzun Davranışını Doğru Anlamlandırabilme Gayretimiz” oldu.

Evet, çocuklarda tutturma krizleri ve inatlaşma davranışları,gerçekten bizim algıladığımız şekilde,önüne geçmemiz gereken, tavır almamız gereken bir sorun mudur?

Bu ve bunun gibi ,Çocuğumuzun davranışının çocuk dilinde ne anlama geldiğini,neyin içsel ve gelişimsel yansıması olduğunu kavrarsak, sinirlenmek ve öfkelenmek yerine,aslında bunun çocuk gelişiminin doğal bir döngüsü,inatlaşmanın sanılanın aksine bir sorun değil, çocuğun yaşaması gereken fıtri duygusal gelişimi ile benlik algısı oluşumunun doğal bir parçası olduğunu kavrar ve ona göre doğru olan tutumu ve rehberliği de yapabilmiş oluruz.

Özellikle iki yaşında başlayan, Çocuğun yavaş yavaş benlik algısının oluşmaya başladığı bu çağlarda, inatlaşmak, çocuğun bireyselleşmesi kendi karakterini oluşturması noktasına fıtri bir gelişimidir.

Evet sen varsın !
Ama Ben De Varım!
Evet Senin isteklerin var,
Ama Benim De İsteklerim Var !
Evet Sen Bununla Mutlusun !
Ama Ben bununla Mutlu Değilim…!
Çünkü Ben Sen Değilim,
Senden Bir Parçayım,
Ama Senden Ayrı Bir Bireyim’in”
En Sağlıklı Aşamasıdır.

Bu dönemlerde çocuğun isteklerini yok saymak ,inatlaşmasını öfkeyle bastırmak ,çocuğun daha fazla öfkelenmesine,fevrileşmesine hırçın, olmasına ve inatçı bir kimliği benimsemesine sebebiyet verir .

Peki ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız, çocuğunçmuzun her istediğini mi yapmalıyız elbette ki hayır.

Çocuğun makul isteklerine neden ve niçin bunun böyle olmasını istediğini sormalı , bizim ,onun istediği hususu neden onaylamadığımızı anlayacağı en güzel bir dilde,bedensel temas kurarak, seviyesine eğilerek,gözlerine bakarak anlatmalı, onunla iletişim kurduğumuzu ,onu anladığımızı hissettirmeliyiz.Uygun görmediğimiz,onaylamadığımız bir hususta ise ,çocuğumuza öfkelenmeden, bağırmadan sinirlenmeden net bir şekilde tavrımızı ortaya koymalıyız.

Tavrımızı net bir şekilde ortaya koyduktan sonra, çocuğumuz öfkelenmeye Ve ağlamaya devam ediyorsa onun fıtri duygusal ihtiyacına izin vermeli ,kesinlikle kızmamalı ve öfkelenmemeliyiz.

Değerli kardeşlerim,anne babanın öfkeden uzak, iletişim içerisindeki yumuşak ama net olan tavrı, çocuğun kişilikli, karakterli bir birey olmasının en önemli besleyici ve geliştirici sebepleri arasında olduğunu unutmayalım.

Çoçuklarımız Bizim Gölgelerimiz Bizi Yansıtan En Güzel Aynalarımızdır.💞

Selâm ve Duâ İLe

Semâ Yıldırım Özkaya


4 Yaşam Senaryosu ve Kişilikler

Psikoloji eğitimimden sıcağı sıcağına aldığım ders notları ,önemli !

Çocuk Ruhu Tedavi Eder !

Dünyada insanın ruhunu tedavi eden en güzel şeylerden bir tanesi de bir çocuğu sevindirmektir .

Ben küçükken bana güzel davrananları,

Saygı duyarak konuşanları hiç unutmadım.

Ne kadar değerlidir çocuğun hayalinde güzel bir iz düşümü bırakabilmek .

Çocukken yaşadığım, gezdiğim, kokusunu hissettiğim hatıraları hiç unutmadım.
Çocuklarımızın dünyasına hatıralar,

büyüdüklerinde onları besleyecek hayaller bırakalım.

Bunlar çok büyük şeyler değildir öyle !

Ellerinden tutup gözlerine bakarak yürekten konuşmak, onları yürekten dinlemektir mesela.

Omuz omuza yıldızları seyredip masallar okumatır.

Bir kelebeğin ardından koşmak, bir karıncayı tefekkür ederek seyretmektir.

Avuç avuca dua etmek ,yanyana secdelere varmaktır.

Beraber oyunlar oynamak, oyuncağı kırıldığında hüznüne ortak olmak ,çözümler üretebileceğimizi söylemektir.

Ve ne kadar anlamlıdır…. ,

çocukların hayallerinde tertemiz ve duru kalabilmek !

Sema Yıldırım Özkaya


“Sabiha Ateş Alpat İle Genç Kızların Eğitimi Üzerine”

Sunu1

(Müslüman Anneler Sitesinin Özel Röportajı)

Selamun aleykum..

Değerli Hocam, öncelikle yoğun çalışma temponuzun arasında bize vakit ayırıp kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. “Eğitimci” vasfınızı göz önünde bulundurarak sizinle genç kızların eğitimi hakkında konuşmak istiyoruz.

Eğitim faaliyetlerinizi kaç yıldan beri ve hangi alanlarda devam ettiriyorsunuz?

Aleykum selam.

Eğitim çalışmalarımız yirmi yılı aşkındır kendi çapında devam ediyor İnşaAllah.  Bir Mümine kadının ihtiyaç duyduğu her konu ile ilgilenmesi zaruridir. Lakin bizler her şeye güç yetiremediğimizden daha çok Tevhid yani akide, fıkıh, siyer, ahlak, tefsir okumaları gibi  İslami ilimlerde gayret etmeye çalışıyoruz.

İslami eğitim veren hocalarımız, her yıl öğrencilerin çok daha sorunlu ve ulaşılması zor olduğunu ifade ediyorlar. Sizin bu konudaki gözlemleriniz nelerdir?

Bu tespite katılıyorum.Gençlik ciddi bir manevi boşluk içerisinde. Fıtratın sesine kulak verilmiyor. Günü gün etme telaşında ama bir türlü gençlik mutmain olamıyor. Çünkü  yaşanılan hayat öğretilen öğreti,kurulan çevre,medya  fıtrata değil nefsani isteklere  hizmet eder durumda. Allah “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” ( Rad 28) diye buyuruyor ayeti kerimede. Çocukların istediği her şeyi  temin etmek, çocuğun  mutluluğu zannediliyor fakat sonuç itibari ile doyumsuz bir gençlikle  karşı karşıya bırakıyor. Çözüm  fıtratın öğretisine dönmektir. Müminler olarak seküler algılarla hayatı okumaktan vazgeçmeliyiz…

On yıl öncesiyle bugünü kıyaslayacak olursak, verimsizliğin nedeni değişen şartlar mı, aileler mi, eğitimciler mi, eğitim sistemi mi? Sorunun çözümü için nereye odaklanmalıyız?

Sorun tek taraflı değil kesinlikle. Bir insanın sağlıklı bir birey olması için üç önemli faktör vardır

Aile

Çevre

Okul…

İlk önce ailelerimizde düştü sancak. Tevhid temeli üzerine bina edilemeyen ailelerimiz, çocukları kulluk bilinci ile yetiştirmekte yetersiz kalıyor. Diyelim ki aile elini sıkı tutuyor o zaman çevreye bakıyoruz. Çevremizin salih, sadık ve muttaki kimselerden oluşması önemli. Bunu da atlatıyorsunuz bu defa okul devreye giriyor. Okullardaki  öğretim ve eğitim birlikte verilmeli ve bu da fıtrata aykırı olmamalıydı. Sorumluluk ailede, eğitimcilerde, eğitim sisteminde. Herkese bu sorundan pay düşmektedir. Sorunun çözümünde  sorunlu olan bütün etkenlerin düzeltilmesine  yönelinmelidir diye düşünüyorum.. Öncelikle ailede  anne ve baba üzerine düşeni titizlikle yerine getirmeli. Kur’an’da babanın evladına öğreteceği ilk ilmin  ne olduğu beyan edilmiştir:

“Lokman, oğluna öğüt vererek demiş ki: -Yavrucuğum, Allah’a şirk koşma, çünkü şirk çok büyük bir zulümdür.”(Lokman 13)

Bu ayetler, mü’minlere aile eğitiminde yol göstermektedir.

“İnsana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu sıkıntıdan sıkıntıya düşerek karnında taşıdı. Sütten kesilmesi de iki yılı buldu. Şükret bana ve anne ve babana. Bana’dır dönüş!


Eğer seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşman için zorlarlarsa sakın onlara itaat etme, onlarla dünyada hoşca geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz yine banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.


(Lokman:) -Yavrucuğum, bir hardal tanesi ağırlığınca bir şey yapsan, büyük bir kayanın içinde veya göklerde veya yerin dibinde bile olsa, Allah onu ortaya çıkarır. Allah’ın lütfu boldur, her şeyden haberdardır. 


Yavrucuğum, namazını kıl, iyiliği emret, kötülüğü engelle, başına gelene sabırlı ol. Çünkü bunlar, yapılması gereken işlerdir.


Halktan yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek çalımlı yürüme! Çünkü Allah, övünen ve büyükleneni sevmez. 


Yürüyüşünde tabii ol.. Sesini kıs, çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.” 
(Lokman 14-19)

Ayetler dikkatle incelendiğinde babanın gözetiminde çocuklara iman, amel, ahlak ve sosyal bilgiler verilmektedir. Bu nesil bu zorluktan ancak böyle çıkar. Çünkü Kur’an karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gelmiştir.

“Elif lâm râ! Bu, İnsanları Rabb’lerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, Aziz ve Hamîd olanın dosdoğru yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.”(İbrahim.1-2).

Müslüman ailelerde büyüyen gençlerin pek çoğu hedefsiz, heyecansız, davasız ve mücadelesiz bir yaşam sürüyorlar. Gençleri harekete geçirmek ve onları davaya kazandırmak için önceliklerimiz neler olmalıdır?.

Kulluk bilinci ve hayatın bu eksende bir imtihan olduğunu unutarak yaşamının sonucu maalesef. Bu nedenle “Ikra” ya geri dönmeli, hayatı “Ikra” çerçevesinden önce kendimiz okumalı sonra da çocuklarımızı bu bilinci aşılamalıyız. Kur’an ışığında şu sorulara cevap aramak zorundayız;

-Biz Niçin yaratıldık?

-Bir Mümin niçin evlat sahibi olur?

-Evlatlarıma karşı sorumluluklarımız neler?. Bu ve benzeri sorulara vahyin ışığında cevap bularak gereken yapılmalıdır.

Müslüman ailelerde çocuk, okul yaşıyla birlikte yuvadan ayrılıyor.. Maalesef İslamî ve ahlakî yozlaşma da okulla birlikte başlıyor. Kimi kardeşlerimiz -malum endişelerle- özellikle kız çocuklarını okula göndermeme konusunda şartlarını zorlarken, kimi kardeşlerimiz de çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimi açısından okulun olmazsa olmazlığını savunuyor. Sizin bu konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?.

Bu konu cidden zor bir soru. Okul olmazsa olmaz ama eğitim ve öğretimin birlikte verildiği okul olmazsa olmazdır. Bugün suç oranında suça bulaşanlar arasında üniversite mezunları da oldukça yekun yer tutuyor.

Okul eğitimi almış genç kızlarla, alternatif eğitim kurumlarında “ev merkezli” yetişmiş kızlar arasında ileriki dönemde çok bariz farklılıklar var mı/oluyor mu?…

Aslında psikolojik formasyona uygun verilen eğitimlerde fark olmayacağını düşünüyorum. Hz. Ali’ye atfedilen bir söz var “Çocuklarınızı çağın gereklerine göre yetiştirin” diye buyurmuş. Böyle olunca daha avantajlı olabilir çünkü fıtratı bozulmuş olmaz. Ama acı bir gerçek var ki psikolojik formasyondan uzak kurumlar, bahsettiğiniz farklılıklara sebebiyet veriyor.

Çocuklarını alternatif eğitim sistemleriyle yetiştirmek isteyen aileler, aradıkları kurumlarda nelere dikkat etmeliler? Bir eğitim merkezi veya eğitimcide aranacak “olmazsa olmaz” şartlar nelerdir?

Eğitimci çok çok önemli bir faktördür. Bu nedenle çocukların teslim edilecekleri kurumda eğitimcilerin söz ve eylem bütünlüğüne sahip olup olmadıklarına bakılmalı. Eğitimcilik vasfı ve tecrübe çok önemli. Ayrıca eğitim müfredatı incelenmeli. Ve eğitim yerlerinin sağlıklı olup olmadığı gözden geçirilmelidir.

Okullarda Müslümanların işlerine yarayacak bazı yasakların kaldırılması (başörtüsü vb.) ve müfredatta değişiklikler yapılması (din dersleri vb.) kızlarımızın İslam’ı daha iyi yaşamaları konusunda teşvik edici mi? Yoksa gidişattan duyulan memnuniyet ve rahatlık, ailelerde ve gençlerde gevşekliğe neden oluyor mu?

Mesele baş örtüsü olsaydı “iyi” diyebilirdik. Ama mesele tesettür meselesidir. Ve tesettür de bir kimliğin dışa vurumudur. Konuşmayı, yürümeyi, bakmayı ve giyinmeyi içine alan bir bütündür. Gidişattan hiç kimsenin memnun olmadığı ortadadır. Zira baş örtüsünün içi boşaltıldı. Baş örtülü, makyajlı, flörtlü, pantolonlu  kızların sayısında ziyadesiyle artış oldu. Hatta baş örtüsü estetik olduğunda zevk aracı olarak örtenler bile var.

Kızlarımız diploma/etiket sahibi olmadan sözlerinin tesir etmeyeceğini ve İslam’a faydalı bir davetçi olamayacaklarını düşünüyorlar. “İlahiyat bitirirsem sözümün kıymeti olur” gibi bir düşünce mevcut. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Yazının dili olsaydı tebessüm ederdim..

İslami davada aktif rol alan pek çok genç kız, evlilik ve çocuktan sonra -kısmen de olsa- şevk ve gayretlerini kaybediyorlar. Eşlik ve annelik rolleriyle birlikte İslamî sorumlulukların da devam ettirilebilmesi için kızlarımız hangi hususlara dikkat etmeliler?

Evlilik mühim ibadetlerden biridir. Bir müminin Rabbine, kendisine, ailesine ve topluma karşı sorumlulukları vardır. Taksimatı yapmak zorundayız. Ama ne ki kadının önünde bir takım engeller var diye düşünüyorum. Öncelikle kendisi engel daha sonra da toplumun ataerkil kurallarından doğan algılar vb… Tüm soruların çözüm noktasında yatan eğitim sorunumuz var. Hayatın iman ve cihaddan ibaret olduğu bilinemeyince. Oysa ki Allah yolunda cihad edenlerle etmeyenler elbette bir olmayacaktır. Eş seçiminde yapılan hatalar da bahsi geçen duruma engel olabiliyor.

Henüz yolun çok başında olan genç annelere, özellikle kız annelerine neler tavsiye etmek istersiniz?

Önce kendileri evlilik ilmini, çocuk eğitimi ilmini almalılar. Sonra eş seçimini Kur’an ve sünnetin tavsiyesine göre yapmalı ve ailelerini tevhid temeli üzerine kurmalılar.

Sevgili Hocam, vermiş olduğunuz değerli bilgiler ve tavsiyeler için çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun.. Çalışmalarınızda başarılar dileriz..

Ben teşekkür ederim…

Ummu Aişe

SABİHA ATEŞ ALPAT KİMDİR? 

n5dgq

1964 yılında Doğunun en ucra köşesi olan Kars’ın  Digor ilçesinde  dünyaya geldi.

1980 Askeri darbesinden bir iki yıl önce var olan terörizm sebeplerinden dolayı  Kocaeli’ne göç etti. Kendisinin  kısa bir çalışma hayatı oldu. Evli olan Sabiha Ateş Alpat, Müslümanlığının farkına vardıktan sonra bu uğurda anlam bulmak, hayatı anlamlaştırmak için bir yol haritası çizdi. Donanımlı bir mümin olmak için elinden gelen çabayı sarf etti-ediyor. Bu yolda, gençlerin ve ulaşabildiklerinin hidayete ermesine vesile olabilmek için kaleme aldığı Beka Yayınlarından çıkan 14 adet kitabı mevcuttur:

Ana Yüreği, Ölüm Çiçekleri, Zamanın Zeynebi, Sarsılmadan Uyanmak, Kardeş Kurşunu, Yozlaşmış Duygular, Güneş Doğudan Doğar, Evladımı Geri Verin, Modernizmin Kurbanları, Sılâya Hasret, Kûr’ân’ın Gölgesinde, Zûlüm Yağdı – Burası Irak, Tevhid Ekseni, Sevda Uğruna

Hali hazırda Zamanın Zeynebi Derneğinin kurucu başkanlığını yapan Sabiha Ateş Alpat hayatını ”En önemli meselem” dediği, müminlerin çocuklarını yetiştirmeye adamıştır. Haftada bir gün yerel bir radyo da Kur’an ve Hayat programını da yapıp sunmakta olan Hoca Hanım, aylık çıkarılan  Misak dergisinde yazılar yazmaktadır.

http://www.muslumananneler.net/2015/03/sabiha-ates-alpat-ile-genc-kzlarn.html#.VQXQjY7kdig


"Sabiha Ateş Alpat İle Genç Kızların Eğitimi Üzerine"

Sunu1

(Müslüman Anneler Sitesinin Özel Röportajı)

Selamun aleykum..

Değerli Hocam, öncelikle yoğun çalışma temponuzun arasında bize vakit ayırıp kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. “Eğitimci” vasfınızı göz önünde bulundurarak sizinle genç kızların eğitimi hakkında konuşmak istiyoruz.

Eğitim faaliyetlerinizi kaç yıldan beri ve hangi alanlarda devam ettiriyorsunuz?

Aleykum selam.

Eğitim çalışmalarımız yirmi yılı aşkındır kendi çapında devam ediyor İnşaAllah.  Bir Mümine kadının ihtiyaç duyduğu her konu ile ilgilenmesi zaruridir. Lakin bizler her şeye güç yetiremediğimizden daha çok Tevhid yani akide, fıkıh, siyer, ahlak, tefsir okumaları gibi  İslami ilimlerde gayret etmeye çalışıyoruz.

İslami eğitim veren hocalarımız, her yıl öğrencilerin çok daha sorunlu ve ulaşılması zor olduğunu ifade ediyorlar. Sizin bu konudaki gözlemleriniz nelerdir?

Bu tespite katılıyorum.Gençlik ciddi bir manevi boşluk içerisinde. Fıtratın sesine kulak verilmiyor. Günü gün etme telaşında ama bir türlü gençlik mutmain olamıyor. Çünkü  yaşanılan hayat öğretilen öğreti,kurulan çevre,medya  fıtrata değil nefsani isteklere  hizmet eder durumda. Allah “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” ( Rad 28) diye buyuruyor ayeti kerimede. Çocukların istediği her şeyi  temin etmek, çocuğun  mutluluğu zannediliyor fakat sonuç itibari ile doyumsuz bir gençlikle  karşı karşıya bırakıyor. Çözüm  fıtratın öğretisine dönmektir. Müminler olarak seküler algılarla hayatı okumaktan vazgeçmeliyiz…

On yıl öncesiyle bugünü kıyaslayacak olursak, verimsizliğin nedeni değişen şartlar mı, aileler mi, eğitimciler mi, eğitim sistemi mi? Sorunun çözümü için nereye odaklanmalıyız?

Sorun tek taraflı değil kesinlikle. Bir insanın sağlıklı bir birey olması için üç önemli faktör vardır

Aile

Çevre

Okul…

İlk önce ailelerimizde düştü sancak. Tevhid temeli üzerine bina edilemeyen ailelerimiz, çocukları kulluk bilinci ile yetiştirmekte yetersiz kalıyor. Diyelim ki aile elini sıkı tutuyor o zaman çevreye bakıyoruz. Çevremizin salih, sadık ve muttaki kimselerden oluşması önemli. Bunu da atlatıyorsunuz bu defa okul devreye giriyor. Okullardaki  öğretim ve eğitim birlikte verilmeli ve bu da fıtrata aykırı olmamalıydı. Sorumluluk ailede, eğitimcilerde, eğitim sisteminde. Herkese bu sorundan pay düşmektedir. Sorunun çözümünde  sorunlu olan bütün etkenlerin düzeltilmesine  yönelinmelidir diye düşünüyorum.. Öncelikle ailede  anne ve baba üzerine düşeni titizlikle yerine getirmeli. Kur’an’da babanın evladına öğreteceği ilk ilmin  ne olduğu beyan edilmiştir:

“Lokman, oğluna öğüt vererek demiş ki: -Yavrucuğum, Allah’a şirk koşma, çünkü şirk çok büyük bir zulümdür.”(Lokman 13)

Bu ayetler, mü’minlere aile eğitiminde yol göstermektedir.

“İnsana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu sıkıntıdan sıkıntıya düşerek karnında taşıdı. Sütten kesilmesi de iki yılı buldu. Şükret bana ve anne ve babana. Bana’dır dönüş!


Eğer seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşman için zorlarlarsa sakın onlara itaat etme, onlarla dünyada hoşca geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz yine banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.


(Lokman:) -Yavrucuğum, bir hardal tanesi ağırlığınca bir şey yapsan, büyük bir kayanın içinde veya göklerde veya yerin dibinde bile olsa, Allah onu ortaya çıkarır. Allah’ın lütfu boldur, her şeyden haberdardır. 


Yavrucuğum, namazını kıl, iyiliği emret, kötülüğü engelle, başına gelene sabırlı ol. Çünkü bunlar, yapılması gereken işlerdir.


Halktan yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek çalımlı yürüme! Çünkü Allah, övünen ve büyükleneni sevmez. 


Yürüyüşünde tabii ol.. Sesini kıs, çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.” 
(Lokman 14-19)

Ayetler dikkatle incelendiğinde babanın gözetiminde çocuklara iman, amel, ahlak ve sosyal bilgiler verilmektedir. Bu nesil bu zorluktan ancak böyle çıkar. Çünkü Kur’an karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gelmiştir.

“Elif lâm râ! Bu, İnsanları Rabb’lerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, Aziz ve Hamîd olanın dosdoğru yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.”(İbrahim.1-2).

Müslüman ailelerde büyüyen gençlerin pek çoğu hedefsiz, heyecansız, davasız ve mücadelesiz bir yaşam sürüyorlar. Gençleri harekete geçirmek ve onları davaya kazandırmak için önceliklerimiz neler olmalıdır?.

Kulluk bilinci ve hayatın bu eksende bir imtihan olduğunu unutarak yaşamının sonucu maalesef. Bu nedenle “Ikra” ya geri dönmeli, hayatı “Ikra” çerçevesinden önce kendimiz okumalı sonra da çocuklarımızı bu bilinci aşılamalıyız. Kur’an ışığında şu sorulara cevap aramak zorundayız;

-Biz Niçin yaratıldık?

-Bir Mümin niçin evlat sahibi olur?

-Evlatlarıma karşı sorumluluklarımız neler?. Bu ve benzeri sorulara vahyin ışığında cevap bularak gereken yapılmalıdır.

Müslüman ailelerde çocuk, okul yaşıyla birlikte yuvadan ayrılıyor.. Maalesef İslamî ve ahlakî yozlaşma da okulla birlikte başlıyor. Kimi kardeşlerimiz -malum endişelerle- özellikle kız çocuklarını okula göndermeme konusunda şartlarını zorlarken, kimi kardeşlerimiz de çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimi açısından okulun olmazsa olmazlığını savunuyor. Sizin bu konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?.

Bu konu cidden zor bir soru. Okul olmazsa olmaz ama eğitim ve öğretimin birlikte verildiği okul olmazsa olmazdır. Bugün suç oranında suça bulaşanlar arasında üniversite mezunları da oldukça yekun yer tutuyor.

Okul eğitimi almış genç kızlarla, alternatif eğitim kurumlarında “ev merkezli” yetişmiş kızlar arasında ileriki dönemde çok bariz farklılıklar var mı/oluyor mu?…

Aslında psikolojik formasyona uygun verilen eğitimlerde fark olmayacağını düşünüyorum. Hz. Ali’ye atfedilen bir söz var “Çocuklarınızı çağın gereklerine göre yetiştirin” diye buyurmuş. Böyle olunca daha avantajlı olabilir çünkü fıtratı bozulmuş olmaz. Ama acı bir gerçek var ki psikolojik formasyondan uzak kurumlar, bahsettiğiniz farklılıklara sebebiyet veriyor.

Çocuklarını alternatif eğitim sistemleriyle yetiştirmek isteyen aileler, aradıkları kurumlarda nelere dikkat etmeliler? Bir eğitim merkezi veya eğitimcide aranacak “olmazsa olmaz” şartlar nelerdir?

Eğitimci çok çok önemli bir faktördür. Bu nedenle çocukların teslim edilecekleri kurumda eğitimcilerin söz ve eylem bütünlüğüne sahip olup olmadıklarına bakılmalı. Eğitimcilik vasfı ve tecrübe çok önemli. Ayrıca eğitim müfredatı incelenmeli. Ve eğitim yerlerinin sağlıklı olup olmadığı gözden geçirilmelidir.

Okullarda Müslümanların işlerine yarayacak bazı yasakların kaldırılması (başörtüsü vb.) ve müfredatta değişiklikler yapılması (din dersleri vb.) kızlarımızın İslam’ı daha iyi yaşamaları konusunda teşvik edici mi? Yoksa gidişattan duyulan memnuniyet ve rahatlık, ailelerde ve gençlerde gevşekliğe neden oluyor mu?

Mesele baş örtüsü olsaydı “iyi” diyebilirdik. Ama mesele tesettür meselesidir. Ve tesettür de bir kimliğin dışa vurumudur. Konuşmayı, yürümeyi, bakmayı ve giyinmeyi içine alan bir bütündür. Gidişattan hiç kimsenin memnun olmadığı ortadadır. Zira baş örtüsünün içi boşaltıldı. Baş örtülü, makyajlı, flörtlü, pantolonlu  kızların sayısında ziyadesiyle artış oldu. Hatta baş örtüsü estetik olduğunda zevk aracı olarak örtenler bile var.

Kızlarımız diploma/etiket sahibi olmadan sözlerinin tesir etmeyeceğini ve İslam’a faydalı bir davetçi olamayacaklarını düşünüyorlar. “İlahiyat bitirirsem sözümün kıymeti olur” gibi bir düşünce mevcut. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Yazının dili olsaydı tebessüm ederdim..

İslami davada aktif rol alan pek çok genç kız, evlilik ve çocuktan sonra -kısmen de olsa- şevk ve gayretlerini kaybediyorlar. Eşlik ve annelik rolleriyle birlikte İslamî sorumlulukların da devam ettirilebilmesi için kızlarımız hangi hususlara dikkat etmeliler?

Evlilik mühim ibadetlerden biridir. Bir müminin Rabbine, kendisine, ailesine ve topluma karşı sorumlulukları vardır. Taksimatı yapmak zorundayız. Ama ne ki kadının önünde bir takım engeller var diye düşünüyorum. Öncelikle kendisi engel daha sonra da toplumun ataerkil kurallarından doğan algılar vb… Tüm soruların çözüm noktasında yatan eğitim sorunumuz var. Hayatın iman ve cihaddan ibaret olduğu bilinemeyince. Oysa ki Allah yolunda cihad edenlerle etmeyenler elbette bir olmayacaktır. Eş seçiminde yapılan hatalar da bahsi geçen duruma engel olabiliyor.

Henüz yolun çok başında olan genç annelere, özellikle kız annelerine neler tavsiye etmek istersiniz?

Önce kendileri evlilik ilmini, çocuk eğitimi ilmini almalılar. Sonra eş seçimini Kur’an ve sünnetin tavsiyesine göre yapmalı ve ailelerini tevhid temeli üzerine kurmalılar.

Sevgili Hocam, vermiş olduğunuz değerli bilgiler ve tavsiyeler için çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun.. Çalışmalarınızda başarılar dileriz..

Ben teşekkür ederim…

Ummu Aişe

SABİHA ATEŞ ALPAT KİMDİR? 

n5dgq

1964 yılında Doğunun en ucra köşesi olan Kars’ın  Digor ilçesinde  dünyaya geldi.

1980 Askeri darbesinden bir iki yıl önce var olan terörizm sebeplerinden dolayı  Kocaeli’ne göç etti. Kendisinin  kısa bir çalışma hayatı oldu. Evli olan Sabiha Ateş Alpat, Müslümanlığının farkına vardıktan sonra bu uğurda anlam bulmak, hayatı anlamlaştırmak için bir yol haritası çizdi. Donanımlı bir mümin olmak için elinden gelen çabayı sarf etti-ediyor. Bu yolda, gençlerin ve ulaşabildiklerinin hidayete ermesine vesile olabilmek için kaleme aldığı Beka Yayınlarından çıkan 14 adet kitabı mevcuttur:

Ana Yüreği, Ölüm Çiçekleri, Zamanın Zeynebi, Sarsılmadan Uyanmak, Kardeş Kurşunu, Yozlaşmış Duygular, Güneş Doğudan Doğar, Evladımı Geri Verin, Modernizmin Kurbanları, Sılâya Hasret, Kûr’ân’ın Gölgesinde, Zûlüm Yağdı – Burası Irak, Tevhid Ekseni, Sevda Uğruna

Hali hazırda Zamanın Zeynebi Derneğinin kurucu başkanlığını yapan Sabiha Ateş Alpat hayatını ”En önemli meselem” dediği, müminlerin çocuklarını yetiştirmeye adamıştır. Haftada bir gün yerel bir radyo da Kur’an ve Hayat programını da yapıp sunmakta olan Hoca Hanım, aylık çıkarılan  Misak dergisinde yazılar yazmaktadır.

http://www.muslumananneler.net/2015/03/sabiha-ates-alpat-ile-genc-kzlarn.html#.VQXQjY7kdig


HUZURSUZ ODALAR (DUYULMAYAN ÇIĞLIKLAR)

4e73115318e89_Muslim_Family_Berlin_dpa

Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki;

Anne-baba, Cennet’in orta kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister zayi et, ister muhafaza et.” (Tirmizî, Birr, 3)

Buz gibi odalarla dolu kocaman binalar diktiler ülkeme. İçine ömürlerinin son demlerinde olan anneleri, babaları doldurdular. Adına huzur evi dediler. Oysa huzur hiç uğramadı oraya. Eskiden yaşlılarımızı kapatmazdık başka yerlere. Onların yüzü suyu hürmetine belalar def oluyor der, onları nimet bilirdik. Boyunlarını bükük bırakmazdık.

Dışardan huzurlu gibi görünen, bu sessiz sakin binalarda, ne fırtınalar kopuyor kimbilir. Kaç anne anlatmak, haykırmak istedi duygularını, kaç anne yazmak istedi bilinmez. O annelerin adına yazdım bu satırları. Bu mektup huzursuz odalardaki yüreği yorgun annelerin sessiz çığlıklarıdır….

♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥

Takvime baktım da 5 sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. Çok bakmıyorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum. Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…

Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl olupta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…

Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin. “Maaşıda var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin. Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden ” Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım.

Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin.Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…
Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleride duydu ya, nasıl utandım bir bilsen… Daha ne laflar söylüyorlarda dilim varmıyor söylemeye. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki? Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım. Hem benden titizi mi vardı? Kimselerin işini beğenmezdim. Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum,üstüme döküyorum. Bazen yatarak kılıyorum namazlarımı. Secdeye başımı koyup uzun uzun öylece kalmayı ne çok özledim…

Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum buraya gelmeden evvel. Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum torunlarımı severim, sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye. arkama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…

Gerçi benden daha beterleride var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay kadar oldu öleli. Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü. Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi. Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. Hiç oturup kalmamış yerinde. Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor. Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş. Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler. Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. En son oğlu bayramlık göndermişti, “zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi. Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban. Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın.(*) Ooof off hangisini anlatsam, daha neler var neler…

Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. Sanki özel olarak seçmişler. Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan ? Hiç mi gülmez yüzü ya hu? Her gün odaya gelince burnunu tutuyor. Pis kokuyormuş. Pencereyi sonuna kadar açıyor. Mutlaka yarım saat açık tutuyor. Çok üşüyorum. Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…

Hatırlar mısın ilkokula gittiğin o yılları. Kışın kuzine sobayı yakardım. Sen gelmeden yemeği hazır eder, sobanın üzerine koyardım. Sen seviyorsun diye sobanın fırınında bir kaç tane küçük patatesi pişirirdim muhakkak. Okuldan gelir gelmez sobanın yanına koşardın. İlk işin tencereye bakmak olurdu. Genelde sevdiğin yemekleri yapardım. Ellerin üşümüş diye avuçlarımın içine ellerini alır ısıtırdım, öperdim öperdim…

Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarımda sormuyorlar demek. Yeni eve taşınmışsın aldım haberini. Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağolsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim… “Evi çok büyük” dedi. Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın.Tıpkı beni çıkardığın gibi… Herşeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum. Hadi onu da geçtim. Bir kere “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal” bile demedin… Zehra’ya “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belkide… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın?

Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…

Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Hergün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allahım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”

Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü? İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi?

Bak yine geldi o uğursuz gün. Zehra geleceğini söylemişti. Gelsen de bir, gelmesen de artık. Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun? Dünyalara sığmayan anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi. Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık… Çok üşüyorum. Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…

Cahide Sultan

(*) Yazıda geçen Emine Bacı bizim köyde yaşayıp geçtiğimiz yıllarda vefat eden bir teyzemizdir. Olay tamamen gerçektir. Dünya tatlısı Emine bacı ve Remzi Dayı’yı rahmetle yad ediyorum.


“SABAH KAHVALTILARI VE AKŞAM YEMEKLERİ”

SABAH KAHVALTISI

Bir kafeterya işletmecisi dostum ile sohbet ediyorduk. “İşler nasıl?” diye sordum. Tebessüm etti, “Aile içinde sorunlar arttıkça, bizim işler iyiye gider.” dedi.

Şaşırdım. “Nasıl yani?” dedim.

“Bizim en bereketli saatlerimiz, sabah 7 ile 9 arasıdır. Bu saatlerde kazandın kazandın, sonra akşama kadar tek tük uğraşır durursun müşteri ile.” dedi.

“İyi de bunun aile içi sorunlarla ne ilgisi var?” diye sordum.

“Hocam, ailesinde sabah kahvaltısı olmayanların ilk uğrak yeri kafeterya ve pastanelerdir.” dedi ve devam etti: “Sabah işe gidenler, okul için evden çıkanlar sabah kahvaltı yapmamışlarsa önce pastanelere uğrar, bir-iki poğaça, sandviç alır, yollarına öyle devam ederler. Ama aile içinde bir düzen varsa, sabah uğramaları azalır.”

Hiç böyle düşünmemiştim…

Benim şaşkınlığım artarken o konuşmaya devam etti: “Ha, aile içinde iyi bir iletişim, keyifli bir yaşam varsa, bu sefer de akşam saatlerinde dolar buraları. İnsanlar sevdikleriyle, eşi, çocukları ile gelirler otururlar. Ancak bu bize çok kazandırmaz. Çünkü buraya keyifli gelenler, birbirleri ile sohbet etmekten yiyip içmeyi unuturlar. Yediklerine değil, birbirlerine odaklanırlar. Bir bardak limonata ve bir dilim kek ile saatlerce sohbet ederler. Ne yalan söyleyeyim, para kazanamasak da, insanları böyle keyifli görmek benim çok hoşuma gidiyor.”

Bir toplumda aile mutluluk düzeyinin ölçülmesi için pastane kullanım alışkanlığına bakılabileceği hiç aklıma gelmezdi.

Evet, doğru bir gözlem.

Zira aileyi aile yapan en temel iki etkenden biridir sabah kahvaltıları. Bir diğeri de akşam yemekleridir.

Sabah kahvaltısı aile içi “düzenin”,  akşam yemeği “aidiyet bilincinin” göstergesidir.

Eğer bir aile içinde duygusal tükenmişlik yaşanıyor, günlük yaşam döngüsü bozuluyorsa ilk aksayan yer sabah kahvaltılarıdır.

Gece geç saatlere kadar oturmalar, uzun uzun televizyon seyretmeler, bitmek bilmez internet gezintileri günlük yaşam döngüsünü aksatır. Hâlbuki bir anne babanın, eşine ve çocuğuna yetebilmesi için istirahat etmiş bir vücuda ihtiyacı vardır. Fiziksel olarak dinlenememiş bir baba çocuğuna tahammülsüz olur. Yeterince istirahat edememiş bir anne çocuğunun ihtiyaçlarını “vaktinde ve yeterince” karşılamakta zorluk çeker.

Sabah kahvaltı yapmadan çocuğun okula, eşin işe gitmesi, kişiyi hırçınlaştırır, öğrenme kalitesini düşürür, duygusal bağları zayıflatır…

Hâlbuki sabahın ilk saatlerinde ailecek bir masada oturmak, ilk dakikaları birlikte geçirmek… Birbirleri ile vedalaşırken, akşam yeniden buluşma temennisinde bulunmak, aile bağlarını kuvvetlendirir. Günün kaliteli geçmesine neden olur.

Kahvaltılar aile içindeki “düzenin” ele vericisi olduğu gibi, akşam yemekleri de aile üyelerinin birbirlerine “bağlılıklarının”, aidiyet duygularının habercisidir.

Pedagojide akşam yemekleri bir karın doyurma eylemi değil, aile üyelerinin birbirleri ile duygusal bağlarını kuvvetlendirdiği fırsat zamanlarıdır. Bundandır ki akşam yemekleri “ye de hemen kalk” denilerek geçiştirilebilecek bir iş değil, dakikalar süren, sohbet edilen, günün özetinin çıkartıldığı, bir sohbet saatidir.

Eğer bir ebeveyn, aile yaşam kalitesini artırmak, daha keyifli bir aile ortamı oluşturmak istiyorsa, sabah kahvaltıları ve akşam yemeklerini düzene koymakla işe başlamalıdır.

Yoksa güne poğaça kuyruğunda başlamak, hiç de iyi bir başlangıç değildir.

Pedagog /Adem Güneş


"SABAH KAHVALTILARI VE AKŞAM YEMEKLERİ"

SABAH KAHVALTISI

Bir kafeterya işletmecisi dostum ile sohbet ediyorduk. “İşler nasıl?” diye sordum. Tebessüm etti, “Aile içinde sorunlar arttıkça, bizim işler iyiye gider.” dedi.

Şaşırdım. “Nasıl yani?” dedim.

“Bizim en bereketli saatlerimiz, sabah 7 ile 9 arasıdır. Bu saatlerde kazandın kazandın, sonra akşama kadar tek tük uğraşır durursun müşteri ile.” dedi.

“İyi de bunun aile içi sorunlarla ne ilgisi var?” diye sordum.

“Hocam, ailesinde sabah kahvaltısı olmayanların ilk uğrak yeri kafeterya ve pastanelerdir.” dedi ve devam etti: “Sabah işe gidenler, okul için evden çıkanlar sabah kahvaltı yapmamışlarsa önce pastanelere uğrar, bir-iki poğaça, sandviç alır, yollarına öyle devam ederler. Ama aile içinde bir düzen varsa, sabah uğramaları azalır.”

Hiç böyle düşünmemiştim…

Benim şaşkınlığım artarken o konuşmaya devam etti: “Ha, aile içinde iyi bir iletişim, keyifli bir yaşam varsa, bu sefer de akşam saatlerinde dolar buraları. İnsanlar sevdikleriyle, eşi, çocukları ile gelirler otururlar. Ancak bu bize çok kazandırmaz. Çünkü buraya keyifli gelenler, birbirleri ile sohbet etmekten yiyip içmeyi unuturlar. Yediklerine değil, birbirlerine odaklanırlar. Bir bardak limonata ve bir dilim kek ile saatlerce sohbet ederler. Ne yalan söyleyeyim, para kazanamasak da, insanları böyle keyifli görmek benim çok hoşuma gidiyor.”

Bir toplumda aile mutluluk düzeyinin ölçülmesi için pastane kullanım alışkanlığına bakılabileceği hiç aklıma gelmezdi.

Evet, doğru bir gözlem.

Zira aileyi aile yapan en temel iki etkenden biridir sabah kahvaltıları. Bir diğeri de akşam yemekleridir.

Sabah kahvaltısı aile içi “düzenin”,  akşam yemeği “aidiyet bilincinin” göstergesidir.

Eğer bir aile içinde duygusal tükenmişlik yaşanıyor, günlük yaşam döngüsü bozuluyorsa ilk aksayan yer sabah kahvaltılarıdır.

Gece geç saatlere kadar oturmalar, uzun uzun televizyon seyretmeler, bitmek bilmez internet gezintileri günlük yaşam döngüsünü aksatır. Hâlbuki bir anne babanın, eşine ve çocuğuna yetebilmesi için istirahat etmiş bir vücuda ihtiyacı vardır. Fiziksel olarak dinlenememiş bir baba çocuğuna tahammülsüz olur. Yeterince istirahat edememiş bir anne çocuğunun ihtiyaçlarını “vaktinde ve yeterince” karşılamakta zorluk çeker.

Sabah kahvaltı yapmadan çocuğun okula, eşin işe gitmesi, kişiyi hırçınlaştırır, öğrenme kalitesini düşürür, duygusal bağları zayıflatır…

Hâlbuki sabahın ilk saatlerinde ailecek bir masada oturmak, ilk dakikaları birlikte geçirmek… Birbirleri ile vedalaşırken, akşam yeniden buluşma temennisinde bulunmak, aile bağlarını kuvvetlendirir. Günün kaliteli geçmesine neden olur.

Kahvaltılar aile içindeki “düzenin” ele vericisi olduğu gibi, akşam yemekleri de aile üyelerinin birbirlerine “bağlılıklarının”, aidiyet duygularının habercisidir.

Pedagojide akşam yemekleri bir karın doyurma eylemi değil, aile üyelerinin birbirleri ile duygusal bağlarını kuvvetlendirdiği fırsat zamanlarıdır. Bundandır ki akşam yemekleri “ye de hemen kalk” denilerek geçiştirilebilecek bir iş değil, dakikalar süren, sohbet edilen, günün özetinin çıkartıldığı, bir sohbet saatidir.

Eğer bir ebeveyn, aile yaşam kalitesini artırmak, daha keyifli bir aile ortamı oluşturmak istiyorsa, sabah kahvaltıları ve akşam yemeklerini düzene koymakla işe başlamalıdır.

Yoksa güne poğaça kuyruğunda başlamak, hiç de iyi bir başlangıç değildir.

Pedagog /Adem Güneş


ANNEM VE MARİA (Montesorri) Teyze

Selamların en güzeliyle..

Efendim, bendeniz bugünkü yazımda muhterem validem ile Maria (montessori) teyze arasındaki fikir akrabalığını ele almak istiyorum..

Bildiğiniz üzere Maria teyze; 1870-1952 yılları arasında yaşamış İtalyan bir çocuk eğitimcisidir. “Kendim yapabilmem için bana yardım et” fikri, onun eğitiminin en genel özeti niteliğindedir. Maria teyzeye göre her çocuk özeldir. Böylece her çocuğun zekası ve o zekaya hitap eden eğitim şekli/modeli de ona özgü olmalıdır. Maria teyze, başarının tek bir alana hapsedilmediği, her çocuğa özel başarı olanakları sağlayan, karakter ve kişilik yapısını bozmadan onu geliştirmeyi hedefleyen bir eğitim sisteminin kurucusu ve savunucusu olmuştur.

Gel gelelim benim anneme..

Annem tam bir Anadolu kadınıydı.. Hani şu şalvarı, örtüsü olan, örtüsünün bir ucuyla yüzünü erkeklerden gizleyen kadınlardan.. Dışarıda yürürken neredeyse hiç konuşmayan, asla gülmeyen, kaşlarını çatmasından dolayı sürekli “Acaba bir şeye mi kızdı?” gerginliğini üzerimden atamadığım annem..

O zamanlar annelik; annenin çocuklarına ne kadar kol-kanat gerdiğiyle ilintili bir şeymiş.. Ve bir de bir kadının ne kadar çok çocuğu varsa o kadar çok “ana” oluyormuş.. Annem her iki açıdan da tam bir anaydı, 11 doğum yapmıştı, birkaçı vefat etse de kardeşlerimizin, hala çok çocuklu bir aile olma özelliğimizi yitirmemiştik..

Ben, evin büyük kardeşler kısmındanım.. Annem anlatır; 3-4 yaşında iken evi toplayıp düzenleme işleri bana aitmiş.. Misafir geleceğinde annem mutfağa girermiş, ben de oyuncakları sepete toplarmışım, sonra çamaşırları katlar, yastıkları, örtüleri, seccadeleri dolaplarına yerleştirir, terlikleri düzenler, halıyı gırgırlar ve iki küçük kardeşimin birini ayağıma, birini de yanıma yatırarak onlara masal anlatıp uyuturmuşum..

Misafir gittikten sonra annemin bana teşekkür ettiğini, “Sen benim en büyük yardımcımsın, sen olmasan hiçbir şeyi yetiştiremem” deyip bana sarıldığını hatırlıyorum da.. Ertesi gün aynı şeyleri hiç itiraz etmeden yeniden yapmamın en büyük nedeni buydu sanırım; annemin sevinmesi..

Evimize ilk defa gelen misafirler “Kaç çocuğunuz var?” sorusunun cevabını duyduklarında; “Evde hiç çocuk yok gibi” diyerek şaşkınlıklarını gizleyemezlerdi..

Kimi zaman raydan çıksa da evimizde genel bir düzen, tertip hakimdi.. Ayrıca her an patırtıların, bağrışmaların yükseldiği bir ev de değildi..

 

Ben Maria teyze ile çook sonraları tanıştım.. Annem, o zamanlar anneanne olmuştu.. Bir gün sordum anneme; “Anne, Maria Montessori’yi okudun mu hiç?” diye.. “Kiimm kimm?” diye sordu anlamayarak.. Tekrar ettim; “Yok kızım ne bileyim, Maria mıdır Metros mudur, öyle şeylere aklım ermez benim” dedi..

Şimdilerde sosyal medyada kimi anneler çocuklarının dahi becerilerini paylaşıyorlar ya; “Ayy çocuğum kendi kendine su içiyor. 24 aylık, kağıtları çöp kutusuna atıyor, kitapları rafa kaldırıyor” falan diye..

Biz kardeşlerimle gülüyoruz bunlara.. Biz o yaşlarda hem kendi suyumuzu içiyor, hem de kardeşimizin suyunu içiriyorduk, ayrıca kışın sular donup kesildiğinde mahalle çeşmesinden eve su da taşıyorduk..

“Eskiden öyleymiş” demeyin sevgili okurlar.. Biz seksen sonlarının doksan başlarının çocuklarıyız..

“Etkinlikçi Anne” adı altında başlamış olduğumuz bu yazı dizisinde Maria teyzeden ve onun gibi bize fikir verecek olan şahsiyetlerden elbette faydalanacağız..

Fakat bu yazı dizisinin asıl fikir anaları; İslam’ı hayat nizamı olarak seçmiş, bu toprakların yetiştirmiş olduğu, Osmanlı’nın kültür mirasını bizlere taşıyan ve bizleri bu din ve kültür ekseninde yetiştirmeye çabalayan annelerimiz olacaktır..

Maria teyzenin kaç çocuğu vardı veya hiç çocuğu var mıydı bilmiyorum.. Fakat şunu çok iyi biliyorum ki, insan çok iyi bir öğretmen/eğitimci olabilir, bir pedagog veya psikolog olabilir, anaokulları yönetebilir, okullar açabilir, projeler, sunumlar, konferanslar düzenleyebilir.. Ama aynı insan ANNELİĞİ beceremeyebilir!

Maalesef bugün etrafımızda çokça görürüz; evdeki iki çocuğundan bunalıp da bir an önce okuluna, hastanesine, iş merkezine dönen başarılı eğitimcileri..

Bu sebeple bir bayanın iş merkezindeki başarısı, bizim annelik gündemimize giremez.. Ama ‘ev merkezli’ her başarı mutlaka gündem edilmelidir..

Annelerimiz, onca çocuğu sevgiyle, sabırla, coşkuyla büyütmüşlerdi.. Anneliği, sadece çocuklarını doyurmak, iş-güçlerine koşturmak olarak değil, onların pırıl pırıl gönüllerini, tertemiz zihinlerini hep güzelliklerle doyurmak, doldurmak olarak görmüşlerdi.. Onun için birini uyuturken, sağında oturan diğerine masallar anlatmış, solundaki büyüğüne okuma-yazma öğretmiş, onlara hayatın içinden türlü türlü etkinlikler üretmiş, evlerini bir mescid, bir ilim yuvası haline getirmişlerdi..

Onlar sevaplarıyla, günahlarıyla, güzellikleriyle, eksiklikleriyle bizim annelerimiz..

Güzelliklerinde; “Acaba oldu mu?” diye kendilerini sürekli sorgulayan, eksikliklerinde ise gözyaşlarıyla tevbeye sığınan, o çok ağlayan, içli, merhametli, yapmacıklıktan uzak, yaptıklarını birilerine gösterme ve beğendirme gayretleri olmayan, gayet doğal ve samimi annelerimiz..

İşte bu yazı dizisinde bizim beslendiğimiz kaynak onlar olacaktır..

Duamız; Rabbimizin ayetinde buyurduğu gibidir:

“..Rabbim, küçüklüğümde anne-babam beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de onlara öyle rahmet et.” (İsra 24)

Yazı Müslüman Anneler Sitesinden Alıntıdır.

 

 


NE YAPMALI? NASIL YAPMALI? KİMİNLE YAPMALI? (Küçük çocukları olan anneye..)

 

mothers_Fg1rR_3868

                       

Yüz yüze görüştüğümüz veya mesaj yoluyla bize ulaşan pek çok kardeşimiz şöyle soruyor:

“Evdeyim, vaktim var, fakat ne yapacağımı bilmiyorum.. Kitap mı okusam, bir şey mi yapsam, nereden başlasam bilemiyorum.”

Bu yazımız inşallah bu kardeşlerimize bir cevap olsun:

Müslüman anne; öncelikle bir insan ve kuldur.. Yani insan olarak kendi nefsine karşı görevleri, kul olarak da Rabbine karşı sorumlulukları vardır.. Bunlardan sonra ise ailesine, eşine, çocuklarına ve çevresine olan sorumlulukları sırayla gelir..

a-Planlı Olmak:

Bir annenin günlük planı olmak zorundadır. Plan ve programlar, kişinin gününü daha verimli geçirmesine ve vaktini disiplinli bir şekilde idare etmesine yardımcı olur.

Tabii ki biz “plan, program” derken, saatli, çizelgeli bir programdan bahsetmiyoruz. Özellikle bakıma muhtaç küçük çocukları olan anneler için saatli, dakikalı programlar yapmak ne gerçekçi olur ne de uzun soluklu..

Sabah yatağından kalkan bir anne; “Akşama kadar çocuklarla uğraşıp duracağım yine” diyerek daha sabahtan enerjisini tüketmiş bir şekilde uyanıyorsa, o annenin ne kendisine ne de çocuklarına bir hayrı olabilir..

Günlük planları olmayan anneler, çocuklarını bir gün 8’de uyuturken diğer gün 11’de uyuturlar. Bir gün sabah 5’te uyanırken diğer gün 9’da uyanırlar.. Annenin düzensizliği çocuklara da yansır. Fakat anne, çocuklarının bir düzenlerinin olmadığını ve kendisinin de bundan dolayı böyle karmaşık yaşadığını sanır.

b-Erken uyanmak:

Vakit disiplininin en önemli şartı; yatma-kalkma saatlerinin düzene konulmasıdır.

Çocukların ilk bebeklik dönemlerinde (0-2 yaş) uyku vakitleri için biraz da toleranslı olsak da, artık çocukluğa adım attıkları 2 yaşından sonra uyuma/uyanma saatleri düzene girer/girmelidir.

Bu durumda anne, sabahın ilk ışıklarıyla çocukları uyandırır, öğlen çok uzun olmayan bir uykudan sonra, akşam yine erkenden yatırır. (Uykuya dayanıklı çocuklar öğlen uykusu uyumayabilir.)

“Uyuyor şimdi, istediği zaman kalksın.” deyip sabah çocuğu uyandırmamak, öğlen uykusunu ta ikindilere kadar devam ettirdiğinde; “Aman uyumuşken bırakalım” diye kaldırmamak, düzensizliğe neden olur. Beden ve ruh sağlığı için, manevi huzur için sabah erken kalkılmalı, öğlen uykusu ikindiye sarkıtılmamalı ve akşam erken yatılmalıdır.

Çocuklarda ortalama bir şekilde bu düzeni kuran annenin böylece vakti daha planlı geçirme imkanı doğar.

“Çocuklar, anne-babanın yatma vaktinden önce uyutulmaya çalışılmamalı. Herkes aynı anda yatmalı, bütün ışıklar kapanmalı.” fikrine acizane ben katılmıyorum.

Aksine küçük çocukların anne-babadan bir-iki saat önce uyuması gerekir ki, anne ertesi gün için kendisini yenileyebilsin. Eşiyle baş başa yarım saat de olsa sohbet edebilsin. Yatsı namazını sakin bir şekilde kılıp, duasını yapabilsin.

c-Manevi Dinamikler:

Anne, diğer bütün insanlardan daha fazla olarak manevi dinamiklere ihtiyaç duyar.

Çünkü eğer ruhunu besleyemezse, kalbini sükûnete erdiremezse, iç huzuru elde edemezse, duygularını emercesine kendisinden beslenen çocuklarını doyuramaz, onlara verimli olamaz.

1-Namaz:

Annenin, günün beş vaktinde Rabbiyle buluşmasını gerçekleştirdiği en önemli faaliyetidir namaz. Her ne kadar çocukların ağlamaları, eteğine yapışmaları ve daha pek çok dış etken olsa da, namaz bir annenin en büyük desteğidir, ruhunun besleyicisidir.

2-Kur’an:

Günde sadece bir sayfa bile olsa, bir ayet bile olsa, anne mutlaka kitabını eline almalı, göğsüne basmalıdır. Yanına gelen çocuklarının ellerine Kur’an’ı vermeli, onlara kitaplarını sevdirmeli, öptürmelidir. Anne, mutlaka mealiyle birlikte her gün kitabıyla buluşmalıdır. Bunu isterse sabah namazından sonra yapar, ister çocuklarını uyuttuğu vakitte, isterse onlarla birlikte.

3-Zikir/Tesbihat:

Anne, akşam çocuklarını uyuttuktan sonra 10 dakikada olsa tesbihini eline alıp seccadesine oturmalıdır. Kendisi için günlük olarak belirlemiş olduğu bir takım tesbihatları yaparak kalbini dinlendirmelir. Örneğin 100 defa “Estağfirullah”, 100 defa “La ilahe illallah”, 100 defa “La havle ve la kuvvete illa billah” gibi. Rasulullah (s.a.v)’ın günlük olarak yapmış olduğu, bize de tavsiye ettiği zikirlerden bir kısmını yapmalıdır.

Eğer seccadenin başına oturarak yapma imkanı/vakti bulamıyorsa, çocuğunu uyuttuğu (ayağında salladığı, emzirdiği) esnada yapmalıdır. Ardından da çocuklarına, ailesine, bütün Müslüman kardeşlerine edeceği dua ile tesbihatını bitirmelidir.

(Bu şekilde düzenli tesbihat yapmanın kalbe ve ahlaka faydaları saymakla bitirilemez. Uygulayan kardeşler, zamanla mutlaka üzerlerindeki tesiri ve farklılığı göreceklerdir inşallah..)

Uyumadan önce de Rasulullah (s.a.v)’ın kızı Fatıma (r.a)’ya tavsiye etmiş olduğu; 33 defa “Subhanallah”, 33 defa “Elhamdulillah”, 33 defa “AllahuEkber” tesbihatları mutlaka yapılmalıdır. Bu tesbihat, annenin hem beden yorgunluğuna hem de zihin ve kalp yorgunluğuna şifa olur.

MÜSLÜMAN ANNE

4-Okuma:

Küçük çocukları olan annelerin okumaya pek fazla vakti olmaz. Çünkü annenin elinde kitap gören çocuklar, anneyi bir türlü kitabıyla baş başa bırakmazlar.

Fakat bu durum, annenin tamamen okumasına engel de değildir. Özellikle 0-1 yaş arasında (henüz ayaklanmamış) tek bir bebeği olan annelerin okumak için o kadar geniş zamanları olur ki..

Anne, dilerse birkaç farklı kitabı aynı anda okuyabilir. Örneğin; Bir küçük hadis kitabı, bir fikir kitabı, bir roman..

Kitapları, bebeğiyle ilgilendiği farklı odalarda, elinin kolayca ulaşabileceği yerlerde bulundurarak fırsatları kaçırmamış olur. Çocuğun oyalandığı 5 dakikada 3-5 hadis, uyuturken fikir kitabı, emzirirken roman okuma gibi.. Başta karışık gibi gelse de zamanla anne, farklı alanlarda ciddi bir okuma yaptığının farkına varacaktır.

Dinleme:

Birkaç tane küçük çocuğu olan annelerin okumaya elbette daha az vakitleri olur. Çünkü birini uyuturken diğeriyle ilgilenmek zorunda kalırlar. Veya tek çocuk da olsa 1 yaşından sonra uyku saatleri düşer, hareket ve koşturmaca çoğalır, böylece anne ilk vakitlerdeki zaman esnekliğini bulamaz.

Bu durumda annenin en iyi yardımcısı; dinlemek ve duyarak öğrenmektir.

Hatim; anne, hamileliğinden itibaren bebeğine hatim dinletmelidir. Günde 1-2 cüz olarak düzenli bir vakitte bu programa mutlaka sadık kalınmalıdır. (Örneğin; sabah kahvaltıdan sonra çocuklarla oyun oynarken gibi bir zamanlama yapılabilir.)

İçinde Kur’an okunan evin, o Kur’an’ı dinleyen annenin ve minicik zihinlerine nakşedilen çocukların bereketi Allah’ın izniyle bambaşka olur.

Sohbet/Ders: İslami sohbetlerin internet vb. araçlarla böylesine yaygın olmadığ
ı 25-30 yıl öncesinde, küçük çocukları sebebiyle evlerinden çıkamayan annelerimiz, birkaç Hoca Efendinin sohbet kasetlerini çevire çevire dinleyerek İslami hassasiyetlerini ayakta tutmaya çalışmışlardı..

Şimdi ise imkanların fazlalaşması ile pek çok farklı ve değerli şahsiyete ulaşmamız kolaylaştı.. Bir anne, nasihatlerinden faydalandığı bir veya birkaç Hoca Efendinin derslerini, sohbetlerini dinlemeyi mutlaka adet haline getirmelidir. Bu dinlemenin çocuklar için de faydası büyüktür. Küçük yaşlarından itibaren ayetler, hadisler, İslami kavramlar zihinlerinde ve gönüllerinde yer etmeye başlar.

Şu an; tefsir, hadis, fıkıh, akide, kelam, siyer, sahabe hayatı, tasavvuf, eğitim, psikoloji gibi pek çok alanda derslerine kolaylıkla ulaşabileceğimiz yetkin isimler var..

Anne, ilgi alanına veya öğrenmek istediği alana yönelik tercihlerini yapmalı ve aile programına uygun bir şekilde bunu düzenlemelidir.

Örneğin; Bir gün tefsir sohbeti dinler, diğer gün çocuk eğitimi dinler, üçüncü günü ise misafir, meşguliyet gibi sebeplerle boş bırakır.

Fakat hiç olmazsa haftada mutlaka bir veya iki gün bir sohbet dinlenmelidir.

(Günün pek çok saatinde bilgisayarın veya ses cihazının açık olması, sürekli hatim, sohbet, ezgi, marş vs. dinlenmesi hem annenin hem de çocukların sükûneti açısından doğru değildir. Dinleme faaliyetleri 2-3 saati geçmemelidir.)

Tefekkür:

Günlük hayatına böylesine küçük de olsa birkaç İslami faaliyeti sığdırabilen anneler, zamanla tefekkürlerinin, düşünce ufuklarının ve tasavvurlarının gelişmeye başladığının farkına varırlar.

Böylece sebepsiz can sıkıntılarından, kendilerini gereksiz ve boş hissetmekten, yetersizlikten, eften püften şeyleri dert haline getirmekten kurtulurlar.

Artık zihinlerinde Allah’a daha iyi bir kul olabilmenin yollarını düşünmekte, çocuklarına daha verimli bir anne olmanın çarelerini aramakta, güzel ahlakı, fazilet ve erdemi yüceltmenin imkanlarını bulmaktadırlar.

d-Duygusal Faaliyetler:

Bir hanım için eşinden daha doyurucu bir duygusal verici olamaz/olmamalıdır. Annenin, anneliğini besleyen, güzelleştiren şey; eşinin duygusal desteğidir.

Fakat yoğunluğu sebebiyle eşinin bu ihtiyacını düşünemeyen, karşılayamayan erkekler çok çok fazladır.

Burada da “Yapmıyorsun, etmiyorsun” eleştirilerini bir kenara bırakıp eşine ihtiyacı olduğunu hissettirecek, onun hayatındaki gerekliliğini, o olmazsa kendisindeki eksikliği, boşluğu fark ettirecek kişi (maalesef) yine kadındır.

Kadın, eşinden sürekli beklenti halinde olarak onu boğmamalı fakat onu büsbütün kendi haline bırakıp “Ben idare ederim” havalarına da girmemelidir.

İnsani dinginliğini ve manevi huzurunu elde edebilmek, annelik mücadelesini hakkıyla verebilmek için eşin duygusal desteği her fırsatta kazanılmaya çalışılmalıdır.

e-Sosyal Faaliyetler:

Küçük çocukları olsa da bir annenin (en geç) ayda bir görüşeceği birkaç yakınının, akraba veya arkadaşının olması önemlidir.

Özellikle aynı yaş dönemi çocukları olan, aynı hassasiyetleri taşıyan, aynı plan ve programları uygulamaya çalışan anneler, bir araya geldiklerinde birbirlerine güç verirler, destek olurlar, gayret ve azimlerini pekiştirirler.

Hepsi ortak bir programı uygulayıp birbirlerine aylık rapor verebilirler, oturmalarında öğrendiklerini paylaşabilirler.

Eğer buluşma imkanı olmuyorsa bu görüşmeleri telefon veya internet üzerinden yapabilir, birbirlerini ders anlamında teşvik ve takip edebilirler.

Onun dışında ilmi anlamda donanımlı bir anne, komşularından öğrenmeye istekli kimseleri evine davet edebilir, duruma göre onlara Kur’an dersi, hadis, tefsir dersi anlatabilir. Veya imkanı oluyorsa, haftalık düzenli dersler verebilir.

Ya da kendisi haftalık bir derse katılabilir.

Bütün bu çalışmalar, haftalık buluşmalar annenin hem kulluk hem de annelik verimini artırır.

Allah yar ve yardımcımız olsun..

                                                                                                                                                  Ummu Aişe

Yazı Müslüman Anneler sitesinden alıntıdır.

 


NE YAPMALI? NASIL YAPMALI? KİMİNLE YAPMALI? (Küçük çocukları olan anneye..)

 

mothers_Fg1rR_3868

                       

Yüz yüze görüştüğümüz veya mesaj yoluyla bize ulaşan pek çok kardeşimiz şöyle soruyor:

“Evdeyim, vaktim var, fakat ne yapacağımı bilmiyorum.. Kitap mı okusam, bir şey mi yapsam, nereden başlasam bilemiyorum.”

Bu yazımız inşallah bu kardeşlerimize bir cevap olsun:

Müslüman anne; öncelikle bir insan ve kuldur.. Yani insan olarak kendi nefsine karşı görevleri, kul olarak da Rabbine karşı sorumlulukları vardır.. Bunlardan sonra ise ailesine, eşine, çocuklarına ve çevresine olan sorumlulukları sırayla gelir..

a-Planlı Olmak:

Bir annenin günlük planı olmak zorundadır. Plan ve programlar, kişinin gününü daha verimli geçirmesine ve vaktini disiplinli bir şekilde idare etmesine yardımcı olur.

Tabii ki biz “plan, program” derken, saatli, çizelgeli bir programdan bahsetmiyoruz. Özellikle bakıma muhtaç küçük çocukları olan anneler için saatli, dakikalı programlar yapmak ne gerçekçi olur ne de uzun soluklu..

Sabah yatağından kalkan bir anne; “Akşama kadar çocuklarla uğraşıp duracağım yine” diyerek daha sabahtan enerjisini tüketmiş bir şekilde uyanıyorsa, o annenin ne kendisine ne de çocuklarına bir hayrı olabilir..

Günlük planları olmayan anneler, çocuklarını bir gün 8’de uyuturken diğer gün 11’de uyuturlar. Bir gün sabah 5’te uyanırken diğer gün 9’da uyanırlar.. Annenin düzensizliği çocuklara da yansır. Fakat anne, çocuklarının bir düzenlerinin olmadığını ve kendisinin de bundan dolayı böyle karmaşık yaşadığını sanır.

b-Erken uyanmak:

Vakit disiplininin en önemli şartı; yatma-kalkma saatlerinin düzene konulmasıdır.

Çocukların ilk bebeklik dönemlerinde (0-2 yaş) uyku vakitleri için biraz da toleranslı olsak da, artık çocukluğa adım attıkları 2 yaşından sonra uyuma/uyanma saatleri düzene girer/girmelidir.

Bu durumda anne, sabahın ilk ışıklarıyla çocukları uyandırır, öğlen çok uzun olmayan bir uykudan sonra, akşam yine erkenden yatırır. (Uykuya dayanıklı çocuklar öğlen uykusu uyumayabilir.)

“Uyuyor şimdi, istediği zaman kalksın.” deyip sabah çocuğu uyandırmamak, öğlen uykusunu ta ikindilere kadar devam ettirdiğinde; “Aman uyumuşken bırakalım” diye kaldırmamak, düzensizliğe neden olur. Beden ve ruh sağlığı için, manevi huzur için sabah erken kalkılmalı, öğlen uykusu ikindiye sarkıtılmamalı ve akşam erken yatılmalıdır.

Çocuklarda ortalama bir şekilde bu düzeni kuran annenin böylece vakti daha planlı geçirme imkanı doğar.

“Çocuklar, anne-babanın yatma vaktinden önce uyutulmaya çalışılmamalı. Herkes aynı anda yatmalı, bütün ışıklar kapanmalı.” fikrine acizane ben katılmıyorum.

Aksine küçük çocukların anne-babadan bir-iki saat önce uyuması gerekir ki, anne ertesi gün için kendisini yenileyebilsin. Eşiyle baş başa yarım saat de olsa sohbet edebilsin. Yatsı namazını sakin bir şekilde kılıp, duasını yapabilsin.

c-Manevi Dinamikler:

Anne, diğer bütün insanlardan daha fazla olarak manevi dinamiklere ihtiyaç duyar.

Çünkü eğer ruhunu besleyemezse, kalbini sükûnete erdiremezse, iç huzuru elde edemezse, duygularını emercesine kendisinden beslenen çocuklarını doyuramaz, onlara verimli olamaz.

1-Namaz:

Annenin, günün beş vaktinde Rabbiyle buluşmasını gerçekleştirdiği en önemli faaliyetidir namaz. Her ne kadar çocukların ağlamaları, eteğine yapışmaları ve daha pek çok dış etken olsa da, namaz bir annenin en büyük desteğidir, ruhunun besleyicisidir.

2-Kur’an:

Günde sadece bir sayfa bile olsa, bir ayet bile olsa, anne mutlaka kitabını eline almalı, göğsüne basmalıdır. Yanına gelen çocuklarının ellerine Kur’an’ı vermeli, onlara kitaplarını sevdirmeli, öptürmelidir. Anne, mutlaka mealiyle birlikte her gün kitabıyla buluşmalıdır. Bunu isterse sabah namazından sonra yapar, ister çocuklarını uyuttuğu vakitte, isterse onlarla birlikte.

3-Zikir/Tesbihat:

Anne, akşam çocuklarını uyuttuktan sonra 10 dakikada olsa tesbihini eline alıp seccadesine oturmalıdır. Kendisi için günlük olarak belirlemiş olduğu bir takım tesbihatları yaparak kalbini dinlendirmelir. Örneğin 100 defa “Estağfirullah”, 100 defa “La ilahe illallah”, 100 defa “La havle ve la kuvvete illa billah” gibi. Rasulullah (s.a.v)’ın günlük olarak yapmış olduğu, bize de tavsiye ettiği zikirlerden bir kısmını yapmalıdır.

Eğer seccadenin başına oturarak yapma imkanı/vakti bulamıyorsa, çocuğunu uyuttuğu (ayağında salladığı, emzirdiği) esnada yapmalıdır. Ardından da çocuklarına, ailesine, bütün Müslüman kardeşlerine edeceği dua ile tesbihatını bitirmelidir.

(Bu şekilde düzenli tesbihat yapmanın kalbe ve ahlaka faydaları saymakla bitirilemez. Uygulayan kardeşler, zamanla mutlaka üzerlerindeki tesiri ve farklılığı göreceklerdir inşallah..)

Uyumadan önce de Rasulullah (s.a.v)’ın kızı Fatıma (r.a)’ya tavsiye etmiş olduğu; 33 defa “Subhanallah”, 33 defa “Elhamdulillah”, 33 defa “AllahuEkber” tesbihatları mutlaka yapılmalıdır. Bu tesbihat, annenin hem beden yorgunluğuna hem de zihin ve kalp yorgunluğuna şifa olur.

MÜSLÜMAN ANNE

4-Okuma:

Küçük çocukları olan annelerin okumaya pek fazla vakti olmaz. Çünkü annenin elinde kitap gören çocuklar, anneyi bir türlü kitabıyla baş başa bırakmazlar.

Fakat bu durum, annenin tamamen okumasına engel de değildir. Özellikle 0-1 yaş arasında (henüz ayaklanmamış) tek bir bebeği olan annelerin okumak için o kadar geniş zamanları olur ki..

Anne, dilerse birkaç farklı kitabı aynı anda okuyabilir. Örneğin; Bir küçük hadis kitabı, bir fikir kitabı, bir roman..

Kitapları, bebeğiyle ilgilendiği farklı odalarda, elinin kolayca ulaşabileceği yerlerde bulundurarak fırsatları kaçırmamış olur. Çocuğun oyalandığı 5 dakikada 3-5 hadis, uyuturken fikir kitabı, emzirirken roman okuma gibi.. Başta karışık gibi gelse de zamanla anne, farklı alanlarda ciddi bir okuma yaptığının farkına varacaktır.

Dinleme:

Birkaç tane küçük çocuğu olan annelerin okumaya elbette daha az vakitleri olur. Çünkü birini uyuturken diğeriyle ilgilenmek zorunda kalırlar. Veya tek çocuk da olsa 1 yaşından sonra uyku saatleri düşer, hareket ve koşturmaca çoğalır, böylece anne ilk vakitlerdeki zaman esnekliğini bulamaz.

Bu durumda annenin en iyi yardımcısı; dinlemek ve duyarak öğrenmektir.

Hatim; anne, hamileliğinden itibaren bebeğine hatim dinletmelidir. Günde 1-2 cüz olarak düzenli bir vakitte bu programa mutlaka sadık kalınmalıdır. (Örneğin; sabah kahvaltıdan sonra çocuklarla oyun oynarken gibi bir zamanlama yapılabilir.)

İçinde Kur’an okunan evin, o Kur’an’ı dinleyen annenin ve minicik zihinlerine nakşedilen çocukların bereketi Allah’ın izniyle bambaşka olur.

Sohbet/Ders: İslami sohbetlerin internet vb. araçlarla böylesine yaygın olmadığı 25-30 yıl öncesinde, küçük çocukları sebebiyle evlerinden çıkamayan annelerimiz, birkaç Hoca Efendinin sohbet kasetlerini çevire çevire dinleyerek İslami hassasiyetlerini ayakta tutmaya çalışmışlardı..

Şimdi ise imkanların fazlalaşması ile pek çok farklı ve değerli şahsiyete ulaşmamız kolaylaştı.. Bir anne, nasihatlerinden faydalandığı bir veya birkaç Hoca Efendinin derslerini, sohbetlerini dinlemeyi mutlaka adet haline getirmelidir. Bu dinlemenin çocuklar için de faydası büyüktür. Küçük yaşlarından itibaren ayetler, hadisler, İslami kavramlar zihinlerinde ve gönüllerinde yer etmeye başlar.

Şu an; tefsir, hadis, fıkıh, akide, kelam, siyer, sahabe hayatı, tasavvuf, eğitim, psikoloji gibi pek çok alanda derslerine kolaylıkla ulaşabileceğimiz yetkin isimler var..

Anne, ilgi alanına veya öğrenmek istediği alana yönelik tercihlerini yapmalı ve aile programına uygun bir şekilde bunu düzenlemelidir.

Örneğin; Bir gün tefsir sohbeti dinler, diğer gün çocuk eğitimi dinler, üçüncü günü ise misafir, meşguliyet gibi sebeplerle boş bırakır.

Fakat hiç olmazsa haftada mutlaka bir veya iki gün bir sohbet dinlenmelidir.

(Günün pek çok saatinde bilgisayarın veya ses cihazının açık olması, sürekli hatim, sohbet, ezgi, marş vs. dinlenmesi hem annenin hem de çocukların sükûneti açısından doğru değildir. Dinleme faaliyetleri 2-3 saati geçmemelidir.)

Tefekkür:

Günlük hayatına böylesine küçük de olsa birkaç İslami faaliyeti sığdırabilen anneler, zamanla tefekkürlerinin, düşünce ufuklarının ve tasavvurlarının gelişmeye başladığının farkına varırlar.

Böylece sebepsiz can sıkıntılarından, kendilerini gereksiz ve boş hissetmekten, yetersizlikten, eften püften şeyleri dert haline getirmekten kurtulurlar.

Artık zihinlerinde Allah’a daha iyi bir kul olabilmenin yollarını düşünmekte, çocuklarına daha verimli bir anne olmanın çarelerini aramakta, güzel ahlakı, fazilet ve erdemi yüceltmenin imkanlarını bulmaktadırlar.

d-Duygusal Faaliyetler:

Bir hanım için eşinden daha doyurucu bir duygusal verici olamaz/olmamalıdır. Annenin, anneliğini besleyen, güzelleştiren şey; eşinin duygusal desteğidir.

Fakat yoğunluğu sebebiyle eşinin bu ihtiyacını düşünemeyen, karşılayamayan erkekler çok çok fazladır.

Burada da “Yapmıyorsun, etmiyorsun” eleştirilerini bir kenara bırakıp eşine ihtiyacı olduğunu hissettirecek, onun hayatındaki gerekliliğini, o olmazsa kendisindeki eksikliği, boşluğu fark ettirecek kişi (maalesef) yine kadındır.

Kadın, eşinden sürekli beklenti halinde olarak onu boğmamalı fakat onu büsbütün kendi haline bırakıp “Ben idare ederim” havalarına da girmemelidir.

İnsani dinginliğini ve manevi huzurunu elde edebilmek, annelik mücadelesini hakkıyla verebilmek için eşin duygusal desteği her fırsatta kazanılmaya çalışılmalıdır.

e-Sosyal Faaliyetler:

Küçük çocukları olsa da bir annenin (en geç) ayda bir görüşeceği birkaç yakınının, akraba veya arkadaşının olması önemlidir.

Özellikle aynı yaş dönemi çocukları olan, aynı hassasiyetleri taşıyan, aynı plan ve programları uygulamaya çalışan anneler, bir araya geldiklerinde birbirlerine güç verirler, destek olurlar, gayret ve azimlerini pekiştirirler.

Hepsi ortak bir programı uygulayıp birbirlerine aylık rapor verebilirler, oturmalarında öğrendiklerini paylaşabilirler.

Eğer buluşma imkanı olmuyorsa bu görüşmeleri telefon veya internet üzerinden yapabilir, birbirlerini ders anlamında teşvik ve takip edebilirler.

Onun dışında ilmi anlamda donanımlı bir anne, komşularından öğrenmeye istekli kimseleri evine davet edebilir, duruma göre onlara Kur’an dersi, hadis, tefsir dersi anlatabilir. Veya imkanı oluyorsa, haftalık düzenli dersler verebilir.

Ya da kendisi haftalık bir derse katılabilir.

Bütün bu çalışmalar, haftalık buluşmalar annenin hem kulluk hem de annelik verimini artırır.

Allah yar ve yardımcımız olsun..

                                                                                                                                                  Ummu Aişe

Yazı Müslüman Anneler sitesinden alıntıdır.

 


"Ailelerimize Karşı Sorumluyuz" Sabiha Ateş Alpat

muslim_family

“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.”( 66/6.Tahrim)…

Ana ve babaların hem kendilerini, hem eşlerini, hem de çocuklarını ateşten korumaları emredilmektedir. Emri veren Allah’tır, emrin muhatabı ise inananlar. Elbette  ateşten korumak için evvela eş seçiminde dikkatli ve titiz olunmalıdır.

“O halde eş ve çocukları, Allah’a dosdoğru imân doğrultusunda sözü edilen özellik ve sıfatlarla donatmak ve İslâm’ın yönlendirici yüksek ahlakıyla şekillendirmek, onları dünyada Allahsızlık, dinsizlik ve imansızlık ateşinden, âhirette de Cenâb-ı Hakk’ın adaleti gereği Cehennem âteşinden korur. Zira insanın içinde ve dışında en uygun ve kalıcı disiplini sağlayan, Allah’a dosdoğru imândır ve O yüce kudretin her an üzerimizde bizi görüp denetlediğini idrâk etmemiz ve bu idrâk içinde O’ndan, O’nun adaletinden korkmamızdır.”(Celal Yıldırım)

Peygamberimiz(sav),çocukların terbiyesi konusunda hassas olunmasını  çeşitli vesileler ile dile getirmiş,bir çok hadisi şerifte ailenin önemine dikkat çekmiştir.
Bu hadislerden birisi şöyledir

«Hiç bir baba çocuğuna güzel edep ve terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunamamıştır, bulunamaz da.» (Tirmizi)
«Çocuklarınıza, yedi yaşına girince namaz ile emredin; on yaşına girince namaz (kılmadığı takdirde) dövün ve bu yaşta yataklarını ayırın.» (Ebu Davut)

Aile toplumun en küçük ama en önemli parçasıdır. Ailenin sağlıklı olması bireylerin kimlikli/kişilikli olması demektir.Bu da toplumun sağlıklı yapısını oluşturur.Yaşadığımız çağda boşanmaların hızla tırmandığı bir dünyada yaşıyoruz.. Huzur kaynağı olması gereken evlerimiz stres hastalığından komada…! Sükun bulduğumuz/ sükun bulmamız gereken yuvalarımız sıkıntı odağı olmuş.Gerçeği görmek istemeyenlere rağmen ısrarla çözümün,  aile yuvalarının “Tevhid”  temeli üzerine inşa edilmesinin tek çare olduğunu dillendirmek ve de mutlaka elimiz altındakileri Tevhid bilinci ile bilinçlendirmek durumundayız.

Neden Müslüman ailelerde  sorunlar yaşanmaktadır?..Neden çağa bir Mus’ab,bir Fatih,bir Sümeyye yetiştiremiyoruz?(!).Cevabı çok açık;Teslimiyet ve temsiliyyet sorunumuz var!.Çok şey biliyor/okuyor olabiliriz.Bilgimizi bilince dönüştüremeyince,sadece aile de değil genel olarak ümmet fotoğrafımız netleşemiyor…! İnsanı başı boş bırakmadığını beyan eden Allah(c.c),hayatımıza rehber olması için kitap ve peygamberler göndermiş ve her şeyi açıklamıştır. Gönderilen kitabı  gereği gibi okuyanlar hem dünya ve hem de ahiret saadetine ereceklerdir. Neden Çocuklar ile ilgili sorunlar gün geçtikçe artıyor çünkü  temelini sağlam atılamamış  evlere  ve  Tevhidin toplumsal şahitliği bağlamında oluşturamadığımız çevreye sahip değiliz.. Bir çocuğun karakterinin şekillenmesinde  şu üç nokta  çok ama çok önemlidir.

1:Aile ki; Temeli Tevhid üzere ve sadece Allah’a kul olma ilkesi üzerine bina edilmiş olmalı.. Böylesi evlerde  sadece ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR…!
2: Çevre ki; Allah (c.c) Sadıklarla beraber olun diye buyurmaktadır..”Ey inananlar! Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun.”( 9/119 TEVBE)..
3:Okul ki; Okullarında  “Ikra” üzerinden eğitim vermesi esastır. Şirk mantığı üzerine kurulmuş sadece öğretime dayalı  olan okullardan  sağlam bireylerin  yetişmesi mümkün değildir.

Kitap Yaşanmak İçin Gönderilmiştir…!
Kur’an’ın daha ilk sayfasını açtığımızda ” Elif.lam.mim.İşte bu kitap Allah’tan hakkıyla korkanlar için rehberdir/kılavuzdur”(Bakara.1.3)..Kılavuz yol gösterendir,hayatı  öğretendir..Hayat kitabımız ailelerin nasıl olması gerektiğini açıklamış,bu konu da modeller sunmuş,bu çağın ve her çağın müntesibine yol göstermiştir.

“ Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti”(enam.153).

İslam’dan başka yollar/ideolojiler/sistemler/dinler “La” ile reddedilerek “İlla”  deyip Tevhid dinine/yoluna dahil olan;Hayata dair ne varsa, hükmünü yalnızca Allah’tan alacağını ilan eden insan,aile kurarken de bu ilkeden hareketle, bu gerçek dairesinde yuvasının temelini atarak aile ortamını huzur/hudu/ sükun/ bulunan bir cennete(bahçe) çevirir.

Aile ise aynı hedef için bir araya gelmiş,hedef birliği olan insanlar topluluğudur.Ve İnsan bir Adem ve bir Havva’dan yaratılmıştır.Biri diğerinin zevci,yani yarısı/eşidir.Tıpkı bir elmanın yarısı gibi,bir parçası olmazsa diğeri yarım kalır.İlk aile olma özelliğini taşıyan Adem ve Havva (as.) ise hedef birliğine sahiptiler.Hayat kitabımız bir de bize Hz.Lut’un(as) karısından bahseder.O ise imraetun diye ifadelendirilir;yani  bir kadın.İnsan cinsinden biri ama zevc değil..Bunun nedeni açık  o kadın Hz.Lut ile hedef birliğinde değildi.Demek ki önce eşler bir birlerine zevc olmayı becermek zorundadırlar.

Şimdilerde nerede ocaklarımız diyerek arayıp sorsak da bir ocaktı aile;Saygının,sevginin,şefkatin,huzurun,sükunun,güvenin,fedakarlığın  ve birliğin ocağı.
Sağlam temel üzerine inşa edilirse bir okuldur aile..Bugün sokaklarımızdan,okul önlerimizden,gençlerimizin gidişatından memnun değil de rahatsızlık duyuyorsak bunun çaresi evlerimizin Tevhid temeli üzerine kurulup bir mektep işlevi yapmadığındandır.

Kur’an’ın çizdiği aile modelinde ana  prensip;Temelin, Allah’a,yalnızca Allah’a kulluk düsturu üzerine kurulmuş olması gerekir.
“ Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat:56). Sadece aile kurmanın temeli  değil yaratılış gayesi budur aslında.Kulluk yaygın anlayışta namaz,oruç.vb gibi özel ibadetler algılansa da söz dinlemek,itaat etmek,boyun eğmek manasındadır.Yalnızca Allah’a kulluk demek ise; hayatta  yalnızca Allah’ın dediği olur manasındadır özetle. Niçin aile sorusunun cevabı taraflar açısından net olmalıdır!. Kulluk yürüyüşünde dayanışma içerisinde olmak,davanın yüküne birlikte omuz vermek,evlatları birer kul yetiştirmek,hayatın imtihanında sınavı birlikte dayanışarak vermek ve birlikte kazanabilmek için!. Cennet yolculuğunda yol arkadaşı olan  zevc!.İmanın imtihanında  yanında olan yar’ın!.Bu nedenle zevc seçmek ve temeline Tevhid,harcına takva yerleştirmek mesele.

Ne de olsa hayat  tıpkı evcilik oyunu gibi.O halde oyunu kuralına göre değil,İslam’ın kurallarına göre oynamak gerek…

http://www.kuremedya.com/sabiha-ates-alpat-ailelerimize-karsi-sorumluyuz-6711y.html#.Ur4GnNIW1OI


“Ailelerimize Karşı Sorumluyuz” Sabiha Ateş Alpat

muslim_family

“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.”( 66/6.Tahrim)…

Ana ve babaların hem kendilerini, hem eşlerini, hem de çocuklarını ateşten korumaları emredilmektedir. Emri veren Allah’tır, emrin muhatabı ise inananlar. Elbette  ateşten korumak için evvela eş seçiminde dikkatli ve titiz olunmalıdır.

“O halde eş ve çocukları, Allah’a dosdoğru imân doğrultusunda sözü edilen özellik ve sıfatlarla donatmak ve İslâm’ın yönlendirici yüksek ahlakıyla şekillendirmek, onları dünyada Allahsızlık, dinsizlik ve imansızlık ateşinden, âhirette de Cenâb-ı Hakk’ın adaleti gereği Cehennem âteşinden korur. Zira insanın içinde ve dışında en uygun ve kalıcı disiplini sağlayan, Allah’a dosdoğru imândır ve O yüce kudretin her an üzerimizde bizi görüp denetlediğini idrâk etmemiz ve bu idrâk içinde O’ndan, O’nun adaletinden korkmamızdır.”(Celal Yıldırım)

Peygamberimiz(sav),çocukların terbiyesi konusunda hassas olunmasını  çeşitli vesileler ile dile getirmiş,bir çok hadisi şerifte ailenin önemine dikkat çekmiştir.
Bu hadislerden birisi şöyledir

«Hiç bir baba çocuğuna güzel edep ve terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunamamıştır, bulunamaz da.» (Tirmizi)
«Çocuklarınıza, yedi yaşına girince namaz ile emredin; on yaşına girince namaz (kılmadığı takdirde) dövün ve bu yaşta yataklarını ayırın.» (Ebu Davut)

Aile toplumun en küçük ama en önemli parçasıdır. Ailenin sağlıklı olması bireylerin kimlikli/kişilikli olması demektir.Bu da toplumun sağlıklı yapısını oluşturur.Yaşadığımız çağda boşanmaların hızla tırmandığı bir dünyada yaşıyoruz.. Huzur kaynağı olması gereken evlerimiz stres hastalığından komada…! Sükun bulduğumuz/ sükun bulmamız gereken yuvalarımız sıkıntı odağı olmuş.Gerçeği görmek istemeyenlere rağmen ısrarla çözümün,  aile yuvalarının “Tevhid”  temeli üzerine inşa edilmesinin tek çare olduğunu dillendirmek ve de mutlaka elimiz altındakileri Tevhid bilinci ile bilinçlendirmek durumundayız.

Neden Müslüman ailelerde  sorunlar yaşanmaktadır?..Neden çağa bir Mus’ab,bir Fatih,bir Sümeyye yetiştiremiyoruz?(!).Cevabı çok açık;Teslimiyet ve temsiliyyet sorunumuz var!.Çok şey biliyor/okuyor olabiliriz.Bilgimizi bilince dönüştüremeyince,sadece aile de değil genel olarak ümmet fotoğrafımız netleşemiyor…! İnsanı başı boş bırakmadığını beyan eden Allah(c.c),hayatımıza rehber olması için kitap ve peygamberler göndermiş ve her şeyi açıklamıştır. Gönderilen kitabı  gereği gibi okuyanlar hem dünya ve hem de ahiret saadetine ereceklerdir. Neden Çocuklar ile ilgili sorunlar gün geçtikçe artıyor çünkü  temelini sağlam atılamamış  evlere  ve  Tevhidin toplumsal şahitliği bağlamında oluşturamadığımız çevreye sahip değiliz.. Bir çocuğun karakterinin şekillenmesinde  şu üç nokta  çok ama çok önemlidir.

1:Aile ki; Temeli Tevhid üzere ve sadece Allah’a kul olma ilkesi üzerine bina edilmiş olmalı.. Böylesi evlerde  sadece ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR…!
2: Çevre ki; Allah (c.c) Sadıklarla beraber olun diye buyurmaktadır..”Ey inananlar! Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun.”( 9/119 TEVBE)..
3:Okul ki; Okullarında  “Ikra” üzerinden eğitim vermesi esastır. Şirk mantığı üzerine kurulmuş sadece öğretime dayalı  olan okullardan  sağlam bireylerin  yetişmesi mümkün değildir.

Kitap Yaşanmak İçin Gönderilmiştir…!
Kur’an’ın daha ilk sayfasını açtığımızda ” Elif.lam.mim.İşte bu kitap Allah’tan hakkıyla korkanlar için rehberdir/kılavuzdur”(Bakara.1.3)..Kılavuz yol gösterendir,hayatı  öğretendir..Hayat kitabımız ailelerin nasıl olması gerektiğini açıklamış,bu konu da modeller sunmuş,bu çağın ve her çağın müntesibine yol göstermiştir.

“ Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti”(enam.153).

İslam’dan başka yollar/ideolojiler/sistemler/dinler “La” ile reddedilerek “İlla”  deyip Tevhid dinine/yoluna dahil olan;Hayata dair ne varsa, hükmünü yalnızca Allah’tan alacağını ilan eden insan,aile kurarken de bu ilkeden hareketle, bu gerçek dairesinde yuvasının temelini atarak aile ortamını huzur/hudu/ sükun/ bulunan bir cennete(bahçe) çevirir.

Aile ise aynı hedef için bir araya gelmiş,hedef birliği olan insanlar topluluğudur.Ve İnsan bir Adem ve bir Havva’dan yaratılmıştır.Biri diğerinin zevci,yani yarısı/eşidir.Tıpkı bir elmanın yarısı gibi,bir parçası olmazsa diğeri yarım kalır.İlk aile olma özelliğini taşıyan Adem ve Havva (as.) ise hedef birliğine sahiptiler.Hayat kitabımız bir de bize Hz.Lut’un(as) karısından bahseder.O ise imraetun diye ifadelendirilir;yani  bir kadın.İnsan cinsinden biri ama zevc değil..Bunun nedeni açık  o kadın Hz.Lut ile hedef birliğinde değildi.Demek ki önce eşler bir birlerine zevc olmayı becermek zorundadırlar.

Şimdilerde nerede ocaklarımız diyerek arayıp sorsak da bir ocaktı aile;Saygının,sevginin,şefkatin,huzurun,sükunun,güvenin,fedakarlığın  ve birliğin ocağı.
Sağlam temel üzerine inşa edilirse bir okuldur aile..Bugün sokaklarımızdan,okul önlerimizden,gençlerimizin gidişatından memnun değil de rahatsızlık duyuyorsak bunun çaresi evlerimizin Tevhid temeli üzerine kurulup bir mektep işlevi yapmadığındandır.

Kur’an’ın çizdiği aile modelinde ana  prensip;Temelin, Allah’a,yalnızca Allah’a kulluk düsturu üzerine kurulmuş olması gerekir.
“ Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat:56). Sadece aile kurmanın temeli  değil yaratılış gayesi budur aslında.Kulluk yaygın anlayışta namaz,oruç.vb gibi özel ibadetler algılansa da söz dinlemek,itaat etmek,boyun eğmek manasındadır.Yalnızca Allah’a kulluk demek ise; hayatta  yalnızca Allah’ın dediği olur manasındadır özetle. Niçin aile sorusunun cevabı taraflar açısından net olmalıdır!. Kulluk yürüyüşünde dayanışma içerisinde olmak,davanın yüküne birlikte omuz vermek,evlatları birer kul yetiştirmek,hayatın imtihanında sınavı birlikte dayanışarak vermek ve birlikte kazanabilmek için!. Cennet yolculuğunda yol arkadaşı olan  zevc!.İmanın imtihanında  yanında olan yar’ın!.Bu nedenle zevc seçmek ve temeline Tevhid,harcına takva yerleştirmek mesele.

Ne de olsa hayat  tıpkı evcilik oyunu gibi.O halde oyunu kuralına göre değil,İslam’ın kurallarına göre oynamak gerek…

http://www.kuremedya.com/sabiha-ates-alpat-ailelerimize-karsi-sorumluyuz-6711y.html#.Ur4GnNIW1OI


Kenar

ERKEKLER NEDEN ERKEN ÖLÜR..?

ERKEKLER NEDEN ERKEN ÖLÜR

Günün yorgunluğu ile beraber, akşam annemle babam oturmuş haber izliyorlardı.

Annem, ‘Geç oldu,’ dedi, ‘zaten yorgunum, ben yatıyorum.’

Babam,çerez tabaklarını önüne çekti,bir bardak çay doldurdu,bacaklarını sehpaya doğru iyice uzattı, arkasına yaslandı.

Annem kalktı, mutfağa gitti.

Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı.

Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu.

Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi.

Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.

Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.

Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.

Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu.

Banyodaki çöp sepetini boşalttı.

Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.

Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.Çiçekleri suladı.

Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.

Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu.

Kek tarifleri defterini çıkardı,arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu.

Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu.

Sonra gitti, dişini fırçaladı yüzünü yıkadı,abdest aldı,saçlarını taradı  .

İçeriden ‘sen yatmaya gitmemiş miydın’ diye seslenen babama ‘şimdi gidiyorum’ deyip kulübedeki köpeğin su kabına su  doldurdu.

Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı.

 Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş diyerek anlından öptü,etrafı topladı kitapları düzenledi,elbiseleri katladı,lambasını söndürdü,  , gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.

Bana geldi, ‘haydi yat artık yavrum , biraz da yarın çalışırsın,’ dedi.

Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı.

6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi.

Yatsı namazını kıldı,arkasından uzunca duasını yaptı,kalktı mushafı eline aldı bir kaç sayfa Kuran-ı Kerim okudu,yan tarafındaki metinden açıklamasını  mealini okudu ,uzunca düşündü.

Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.Allah’a sığındı.Yatağına uzandı.

İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir ‘ben yatıyorum’ dedi ve gitti yattı.

 Sizce bu işte bir gariplik yok mu?

 Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?

 “ÇÜNKÜ KADINLARIN YAPISI  UZUN ÇEKİŞLİ, FEDAKÂRCADIR,

KENDİLERİNDEN ÇOK AİLESİNİN MUTLULUĞU VE HUZURU İÇİN ÇABALARLAR ,YAŞARLAR”

 (ve  işte kadınlar işlerini bitirmeden  çabucak ölmezler ve ilah-i kader de bu vefakârlığa destek verir )!

 “EVLAT”

Evet bir evladın gözünden anne baba profili.

Duamız o olsun ki bizler anne babalar olarak hep hayırla yavrularımızın hatıralarını süsleyelim onlara güzel ve erdemli hayatlar yaşayarak örnek olalım. “Fecr”